Depremin kırbaç etkisiyle bir kenti nasıl yok ettiğinin tanığıyım. Karış karış her sokağını bildiğim eski Antakya evleri, Kurtuluş Caddesi, Vali Konağı, 75. Yıl Bulvarı, Atatürk Caddesi, Sümerler, Defne hiçbiri yok!
YOKSUL KESİM ÇADIR KENTLERDE
Yıkımın etkisiyle Antakyalılar, bir süre sonra bu şehrin toparlanacağını düşünerek kendilerine geçici yerler buldular. Varlıklı olanlar Arsuz’daki yazlıklarına yerleşti. Çocuğu olanlar eğitimini devam ettirebilmek için başka kentlere göç etti. Bazıları devlet yurtlarına, bazıları başka bir kentteki akrabalarının yanına sığındı. Hiçbir olanağı olamayan, kentin en yoksul kesimi ise çadır kentlere sığındı.
Çadır kentte tanıştığım, adı bende saklı bir öğretmen ağlayarak anlatıyor; “Biz Antakyalıyız. Memleketimizi terk etmeyiz. Devletimizi burada göremiyoruz. Artık insanların ümidi kesilmeye başladı ve kalıcı göçe başladılar. Şu an 90 bin öğrenci Hatay’dan gitti. Hatay bir an önce toparlan-mazsa çoğu gelmeyecek. Sanayici de esnaf da gitti. Bir şehirde esnaf olmazsa, okul açılmazsa, eğitim-öğretim olmazsa, o şehre kimse gelmez. Burada en büyük sıkıntı gelmek isteyen insanların da kalacak yeri olmaması. Okulları açmayı planlıyorlar ama öğretmenlere konteyner kent vermiyorlar.”
Öğreniyorum ki çadır kentte hırsızlık, kaçakçılık, uyuşturucu gibi güvenliği tehdit eden sorunlar başlamış. Öğretmenin beklentisi güvenlikli bir konteyner kentte yaşamak. Öğretmen sözlerini şöyle sürdürüyor: “Benim birkaç öğretmen arkadaşım konteyner kente çıkmış, üç gün kalamadılar çocuklarıyla. Narlıca’daki Suriyeli kaçakçıyla, Sümerler’deki (Şehrin merkezi) bir memuru yan yana konteynere koyduğunuzda çok farklı sıkıntılar ortaya çıkabiliyor. Yaşam tarzı aynı olmadığı için çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor.”
GİDECEK YERLERİ YOK
Suriyeliler için de bir çadır kent kurulmuş Antakya’da. Adı bende saklı öğretmenin ilginç tespitini paylaşıyorum. “Suriye’de savaş çıktığında savaştan kaçan Suriyelilerin yoksul kesimi Hatay’da kalmıştı. Depremden sonra da Hataylıların en yoksul kesimi bölgeden ayrılamadı. Antakya şu an hem Türk, hem Suriyeli olarak tamamen dar gelirlilerden oluşuyor. En yoksul Suriyeli ile en yoksul Türk, çadır kentte bir arada! Esnafı, öğretmenleri burada tutamazsak, Antakya’yı kaybederiz.”
CENAZEYİ BULMAK BİLE ‘ŞANS’!
Antakya’da yaşam yok, çünkü Antakya yok! Konuştuğum insanlar “Çekirdek ailesinden bir kaybı olmayanlar, en şanslılarımız” diyor. İkinci en şanslılar, yakınlarının cenazesini teşhis ederek enkazdan çıkarabilenler. Üçüncü şanslılar ise cenazelerini toprağa gömmeden dini gerekliliklerini yerine getirebilenler. Kimliği belirlenemeyen insanların mezarlığına gidiyorum. Narlıca Kimsesizler Mezarlığı olarak bilinen otoyol kenarındaki tarlada, binlerce insan gömülü. İsimleri, birer sayıdan ibaret. Mezar başlarına iliştirilmiş tahta üzerindeki sayılar, gömüldükleri sıraya göre yazılmış. Bazılarında gömülen kişinin kadın olduğunu belirten başörtüsü iliştirilmiş. Görevli, her gün iki-üç ailenin Adli Tıp uzmanlarıyla kayıp eşleştirmesi için Narlıca Mezarlığı’na geldiği bilgisini veriyor. Aynı gün Elektrik Mahallesi’ndeki enkazdan çıkarılan bir çocuk cenazesi mezarlığa getiriliyor. Depremin ikinci ayındayız. Hâlâ girilmemiş enkazlar, çıkarılmayan cenazeler var.