Üniversitede Tevfik Fikret’in “Balıkçılar” şiirini çözümlerken şiir beni çok hüzünlendirmişti. Belki de babasının yarı mesleği balıkçılık olan biri olarak bu duyguya kapılmıştım. Aynı hisleri ödüllü fotoğraf sanatçımız Hasan Cem Araptarlı’nın bomontiada’da, “İstanbul Balıkçıları” adlı kişisel fotoğraf sergisinde işleri izlerken de duyumsadım.
Küratörlüğünü Ali Kabaş’ın üstlendiği, Figen Şakacı’nın fotoğraflardan hissettiklerinden yola çıkarak metinler hazırladığı sergide İstanbul’daki olta balıkçılığının günlük yaşamının ve mücadelesinin izlerini süren Araptarlı beş yıllık bir emeğin ürünü olan işleriyle sanatseverleri karşılıyor. Sergide elli beş fotoğraf görüyoruz. Farklı boyutlarda birçok işin yer aldığı mekânda ışıklı baskılar ve NFT’ler de var. Hasan Cem Araptarlı ile sergisinin açılışında bir araya geldik.
- Fotoğrafların mekânı olarak seçtiğiniz İstanbul’da birçok iş/emek kolu varken niçin balıkçılar?
İstanbul balıkçıları bir sembol. Esas olarak bu proje balıkçılıkla ilgili bir proje değil. İstanbul balıkçıları bu vahşi kapitalist sistemin içerisinde her geçen gün hayatı daha da daralan ve bu vahşi çarklar arasında yaşama mücadelesi veren insanların sudan yansıyan mücadelesini simgeliyor aslında. Yani sıradan insanı, bizleri. Çünkü bu insanlar dünya ticaret trafiğinin en yoğun olduğu en zor sularda 300-500 liralık günlük ekmek paralarının peşinde koşarken bunların hemen 50-100 metre açığında üzerinde milyonlarca Avroluk yükler yüklü uluslararası tankerler geçiyor. O geçen şey sistem. Sıradan insansa küçücük takalarında geçimini sağlamaya çabalayan insanlar, bizim sembolümüz. O tankerler geçtikten sonra onun yarattığı dalgada 20-25 dakika ayakta kalmaya çalışarak mücadele ediyorlar. Bundan ötürü onları seçtim. Arka plana da İstanbul’un muhteşem güzelliklerini koyunca o da bir nefes alma penceresi oluyor.
- Hindistan’da çingeneleri, Gürcistan’da kadınları çektiğiniz projelerin yanında Myanmar, Kamboçya ve Malezya’da suyun üzerinde yaşayan toplulukları anlattığınız kitabınız da var. İstanbul Balıkçıları’nda da gördüğümüz “su” sizin için büyük bir öneme sahip görünüyor.
Su, bulutlar, martılar... Suyun üzerinde kuralları bambaşka olan yaşantı bir fotoğrafçıyı çok heyecanladıracak bir yaşantıdır. Suyun içinde çekilen bir fotoğrafın mükemmel bir estetiği oluyor. Bunu çok önemsiyorum. Bunun ötesinde bizler kara insanıyız. Dünyada suyun üzerinde yaşayan insanlar var ya da bütün gününü suda geçirenler. Dolayısıyla ben bütün fotoğraf hikâyemde azınlıkların, daha kıyıda köşede kalmış toplulukların peşindeyim. Onların hikâyesini anlatmak istedim ve o çok bilinmeyen yaşamlardan bizim dünyamıza bir ayna koymayı amaçladım. Özgürlük, mutluluk, mutsuzluk ve yalnızlığın ne olduğuna ilişkin sorular benim sorularım oldu hep.
- Bunları “dert” olarak da niteliyorsunuz...
Tabii, bunlar insanoğlunun derdi. Hepimizin amacı mutlu ya da özgür olmak ama vahşi modern dünya sistemi içerisinde pek de kolay değil bu. Dolayısıyla da bu durum peşinde koştuğumuz ve birçoğumuzun da yakalayamadığı bir derde dönüşüyor.
- Serginizde ödüllü işleriniz de var.
Evet sergim ve işlerim ilgiyle karşılandı. Belgesel dalında European Photography Awards’ta altın, Muse Photography Awards’ta gümüş madalya kazandım.
- Yakın gelecekte gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projeniz var mı?
Tema söylemeyeyim ama 12 ülkede çekmekte olduğum büyük bir projem var. 7 ülkesini tamamladım. Şimdi 2023 içinde Papua Yeni Gine, Peru, Bolivya, Sibirya ve Arjantin çekimlerini yapacağım. İstanbul Balıkçıları sergimin kitabı da sanırım 2023’ün ikinci yarısı yayımlanacak.