Her geminin kendine has benzersiz özellikleri vardır ancak hemen hemen tüm gemilerin paylaşığı ortak bir şey vardır ki o da suda kalan alt kısımlarının kırmızı oluşudur.
Bu deniz taşıtlarının her biri birbirinden farklı amaçlara hizmet ediyor olsa da bu ortak kabulun altında ne gibi sebepler yatıyor daha yakından bakalım.
Bir gemi, deniz yolculuğu esnasında pek çok zorlukla karşılaşır.
Bu problemler arasında deniz yosunu, midye gibi çeşitli su organizmalarıyla birlikte savunmasız gemilere saldıran solucanlar ön plana çıkar ve bu sebeple bir bakıma biyolojik bir kirlenme meydana gelir. Ayrıca bu kirlilik geminin daha yavaş çalışmasına ve bu doğrultuda daha fazla yakıt kullanmasına sebep olur.
19. yüzyıla kadar gemiler gözenekli organik bir malzeme olan ahşaptan yapılıyordu ve bilinenin aksine yalnızca 1800’lerde demir ve çelik gemiler bulunmaktaydı. Çeşitli organizma ve canlıların gemilere zarar vermesinin en temel sebebi de bu deniz araçlarının ahşaptan yapılmış olmasıydı.
Gemi yapımcıları, acilen gövdenin dibindeki muazzam deniz yaşamının büyümesine karşı koyacak bir şeye ihtiyaç duydu.
Bu durum, dünya çapındaki gemi yapımcıları ve denizcilik kuruluşları için son derece önemli bir endişe kaynağı olan zehirli boyanın yolunu açtı. Bu sebeple teknelerinin suyu gören kısımları, bakır veya bakır oksit boyayla kaplandı ve bakır nedeniyle gemilerin alt kısımları kırmızı bir renk aldı.
Biyositleri şimdilerde herhangi bir boya rengiyle karıştırmak mümkün olsa da çoğu denizci bu geleneği sürdürmek istediği için gemilerini hala kırmızıya boyuyor.
Özetle bu koruyucu tabakanın oluşması, gemileri dibine yapışan deniz canlılarından korumaya yarıyor ve böylelikle gemiler, bitkiler tarafından ağırlaşmıyor ve hasar almıyor.
Yine geminin gövdesine takılan herhangi bir şey sürtünmeyi arttırıp gemiyi yavaşlattığında da bu deniz taşıtı daha fazla yakıt kullanıyor ve böylelikle de koruyucu tabakaya ihtiyaç duyuluyor.