Danimarka'da Müslümanlara ve Kur'an-ı Kerim'e yönelik eylemleriyle tanınan aşırı sağcı ve ırkçı Sıkı Yön Partisi'nin lideri Rasmus Paludan, İsveç'teki Türkiye Büyükelçiliği önünde Kur'an-ı Kerim'e saygısızlıkta bulundu.
Irkçı Rasmus Paludan, Kur'an-ı Kerim'i yaktı: Türkiye'den jet açıklama
İsveç Hükümeti, Paludan'ın eylemini 'ifade özgürlüğü' kapsamında değerlendirirken Stockholm'deki güvenlik önlemlerini artırdı.
Irkçı siyasetçi, polis koruması eşliğinde Türkiye Büyükelçiliği binasının önüne gelerek hem Kur'an-ı Kerim'i yaktı hem de Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.) aleyhinde bir pankart açtı.
Ulusal ve uluslararası basında infiale neden olan görüntülerden sonra akıllara Osmanlı İmparatorluğu döneminde gayrimüslim tebaaya uygulanan hoşgörü politikası geldi.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Dr. Ramazan Topdemir ve Tarihçi-Yazar Şükrü Altın, İsveç'teki elim hadise bağlamında Osmanlı İmparatorluğu'nun gayrimüslimlere yaklaşımını ve İslamiyet'in hoşgörü düzlemi üzerine kurulu oluşundan anlattılar. İşte, Ekinci; Topdemir ve Altın'ın Haber 7'ye yaptığı özel açıklamalar:
Marmara Üniversitesi'nde Hukuk Tarihi dersleri veren Profesör Doktor Ekrem Buğra Ekinci, Batı ile Doğu medeniyetleri arasında kültür farkı olduğu şu sözlerle özetledi:
"Tamamen bir kültür farkı var. İslamiyet'te İsa Peygamber (A.S.) makbul ve muteber bir şahsiyettir. Yani bir Müslüman İsa Aleyhisselam'ı sevmezse, ona iman etmezse Müslüman olmuş olmaz. Bundan 100 sene kadar evvel, Sultan II. Abdülhamit Han zamanında İngiltere'de bir piyes sahnelenmişti. İsa Aleyhisselam'ın doğumuyla alakalı o biraz hakaretvari bir piyesti. Müslümanlar tiyatroyu bastılar... 'Nasıl yaparsınız bunu?' diye... Hristiyanlar değil yani... Şimdi bir kere bir anlayış farkı var... Müslümanlar kendinden önceki bütün peygamberleri ve dinleri şimdiki bozulmuş haliyle olmadan makbul kabul ederler. İkincisi İslamiyet'te her ne kadar dini bir sistem olsa da herkesin dinine, inancına saygı gösterme, tolerans gösterme vardır."
Prof. Dr. Ekinci, Osmanlı'da önde gelen kimselerin gayrimüslimlere 'gavur' ve 'kafir' demekten imtina ettiğini, halka bu yönde telkinde bulunulduğunu aktardı:
"Bakın tarih kitaplarında Osmanlı dönemindeki önde gelenlerin Müslüman tebaaya hitaben 'Gayrimüslimlere gavur demeyiniz, kâfir demeyiniz. Çünkü onlar üzülüyorlar. Evet öyle olabilir belki ama demeyiniz' şeklinde örnekler var. İslam coğrafyasında beraber yaşama kültürü var, beraber yaşama alışkanlığı var. Yani öteden beri Müslümanlar gayrimüslimlere beraber yaşamışlar ve böyle bir kültür teşekkül etmiş. Yani 'Aslandan en çok kim korkmaz?'... Onu gören ve bilen..."
Batı toplumlarında Osmanlı'dakinin aksine 'gizli' bir haset ve düşmanlık beslendiğini savunan Ekinci, sözlerini şu ifadelerle noktaladı:
"Ama Avrupa'da böyle bir kültür hiç olmamış... Hristiyanlar hiçbir zaman kendilerinden olmayanlarla bir arada yaşamamışlar. Eğer bir yerde kendilerine inanç olarak benzemeyen insanlar varsa, mesela Yahudiler varsa, Müslümanlar varsa veya kendi dinlerinden olursa farklı mezhepte olanlar varsa, onları ya yok etmişler ya sürmüşler ya da öldürmüşler. Avrupa'da bugün bile ötekine karşı gizli bir düşmanlık, toleranssızlık görüyoruz."
GAYRİMÜSLİMLERE İMTİYAZ TANINDI
İstanbul Üniversitesi'nden Dr. Ramazan Topdemir, Osmanlı İmparatorluğu'nun gayrimüslimleri yerel halktan ayrı tutmadığını, gayrimüslimlerin ticarette ve siyasette etkin rol üstlendiklerini şu ifadelerle anlattı:
"Osmanlı İmparatorluğunda hükümdar ile azınlık tebaasından bir kişi aynı mahkemeye giderdi. Sultan II. Mehmed’in bir Rum ile aynı mahkemede yargılanması, üstelik kolunun kesilmesi hükmedilmişken bahsi geçen Rum’un Sultanı affetmesi bunun en güzel örneğidir. Fatih döneminde azınlıkların kitleler halinde devlette yer edindiğini, ticarette kendilerine yer bulduklarını görüyoruz. Bizim dinimiz hoşgörü dinidir. Bizim dinimiz kucaklayıcı bir dindir. Bunu böyle bilmek gerekir. Orhan Gazi’den II. Bayezid’e kadar birçok topluma, birçok gayrimüslim halka kucak açılmıştı. On binlerce Yahudi Selanik’te ve İstanbul’da özgür bir şekilde barınmıştı. Ticaretlerini rahatça yapabildiler. Mesela Şanlıurfa’da Müslümanlar baklava işine girmezdi. Çünkü un var, ‘Un yere dökülürse günaha girerim’ anlayışındaydılar. Bu sebeple Urfa’da azınlıklara imkân tanınmıştı. Onlar bu sektörü canlı tuttular. Tanzimat döneminde, Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nda bütün azınlıkların haklarının devlet güvencesi altında olduğu net bir şekilde ifade ediliyor. Osmanlı böyle bir devletti. Buna rağmen Batılılar durmadılar. İçerden ve dışardan inancımızı çökertmeye çalıştılar. İsveç’teki olay da bunu tasdikler niteliktedir."
"İSVEÇ'TE YAPILANLAR MÜSLÜMAN DÜŞMANLIĞIDIR"
Tarihçi-Yazar Şükrü Altın ise, Osmanlı'nın gayrimüslim tebaaya yaklaşımından bahsederek İsveç'teki eylemi Müslüman düşmanlığı kapsamında değerlendirdi:
"Hristiyanların Müslümanlardan daha öncelikli olduğu dönemler oldu. Endülüs Devleti yıkıldığı zaman oradan kaçan Yahudileri Osmanlı Devleti kabul edip onları Selanik’e ve İstanbul’a almıştı. Bunlar askere alınmadığı tamamen ticaretle uğraşıp zenginliğe ermiş bir kesimdi. Osmanlı’da hiçbir kesimin dini aleyhinde gösteri ve provokasyon yapıldığına denk gelinmemiştir. Tamamen hoşgörü düzlemi üzerine kurulmuş bir devletten bahsediyoruz. Kiliselere, havralara saygı gösterilirdi. Bu kiliseler günümüzde de faaliyette değil mi? İsveç’te yapılanlar Müslüman düşmanlığıdır! Haçlı zihniyetinin dışavurumudur…"