Fotoğraflarla 1900’lü yılların başından 1970’lere kadar uzanarak; şehir planlama ve iş güvenliğinden, yaratıcı ebeveynliklere kadar güvenlik standartlarını takip edeceğiz.
Dünü, "bugünün gözlükleriyle" değerlendirmek doğru olmasa da kurallarımız ve güvenlik eşyalarımızın olmadığı bir hayatta neler olduğunu böylece göreceğiz. Şimdiden uyaralım, görecekleriniz "şans eseri yaşamışlar." dedirtecek türden.
Sizi zıvanadan çıkaracak trafiklerle başlayalım;
Takvimler 1914’ü gösterirken Manhattan sokaklarında tam bir karmaşa hâkim. “Kaldırımda kalma” kültüründen önce yolların egemenliği yayalardaydı. Bugün, etrafına bakmadan yaya geçidi olmayan yerlerden yürüme terimi olan “jaywalking”, 20. yüzyılın başında çok daha büyük bir sorunmuş.
Yayaların etrafa bakmasını biraz olsun sağlasalar bile at arabaları ve otomobillerin de aynı yolu paylaşması tehlikenin boyutunu daha çok arttırmış. 1917 yılında Detroit’in hareketli caddelerinden Campus Martius’ta çekilen fotoğraf, kaosu gözler önüne seriyor.
Tramvayları yerleştirirken yolcuların iniş ve binişlerinin tehlikesini hesaba katmışlar mıydı bilemesek de iki tarafından da araç trafiği geçen Michigan, Woodward tramvayı 1920’lerde hiç de güvenli görünmüyormuş.
Şerit çizgileri gibi, var olmadığı zamanları hayal etmemiz çok zor olan gelişimlerden biri de trafik lambaları.
Trafik ışıklarının henüz yaygınlık kazanmadığı zamanlarda trafik polisleri, araçların güvenli geçişini sağlamak için yolda duruyorlardı.
Ülkemizde de zıvana ismiyle bildiğimiz bu alanlar, dünyanın çeşitli yerlerinde onlarca yıl boyunca kullanımda kalmış. İlginç bir bilgi olarak; zıvana ve zıvanadan çıkmak kavramları trafik polislerinden çok daha önce hayatımızdaydı. Yani internetteki yaygın bilgi doğru değil.
Bir bilgi daha; ilk trafik ışıkları, otomobillerin üretiminden yaklaşık kırk yıl önce tren yolları için Londra’da üretilmiştir. Otomobillerin de doğduğu şehir Detroit’te yaşayan William Potts, ilk üç ışıklı trafik işaretini tasarlamış ve sarı ışığın etkisiyle kazaların azalmasını sağlamıştır.
Park inşaatı yapmanın “çocuk oyuncağı” olduğu günler;
Minik kollara ve bacaklara güvenerek hızlı ve kontrolsüz hareketlerin yapıldığı 1924 yılının parkları; bırakın emniyet için yapılan eklemeleri, oturmak veya uçmadan oyuncakta kalmak için hiçbir şey barındırmıyormuş.
Çocuklar düşerek öğrenir ama oyun parklarının, düşüşü ve hasarı en aza indirmesini istememiz hiç de yanlış değil.
“Bir an önce uçmam lazım, emniyete gerek yok.”
Çok özenilmiş ve zarif duran bu icat, 1908 yılında yapılmış ve uçamamış. Havalanmamasına rağmen, yapılırken güvenliğin unutulduğunu her noktasından anlayabiliyoruz.
Fransız çok kanatlı “Marquis” uçamayarak bize; hayali “yürüyen uçak” yapmak isteyen genci hatırlatıyor.
Hızlı ve korkusuzlar;
1931 yılında açıldığı günden bugüne hâlâ yarışlara sahne olan Donington Park’ta (İngiltere) 13 Mayıs 1933 tarihinde yapılan yarıştan bir görüntü. Güvenlik önlemleri değişse de, o zamanlardan beri değişmeyen adrenalini, sürücü B. Sparrow’un keskin manevrasında görebiliyoruz.
Austin 7 ekibini 1937 yılında Brooklands’te görüyoruz. İnce lastiklerin, dönüşleri kontrolsüz hâle getirdiği aracın, kapısız ve büyük olasılıkla kemersiz görüntüsüyle yarışa hazırlandığını anlıyoruz.
Fotoğraftan sonrasını düşünmek istemiyoruz.
Kimin icat ettiğini bilmediğimiz bu ekipman, çiftleri birbirinden ayırmasa da yüreğimizi yerinden çıkaracak kadar ürkütüyor. 1937 yılında bebekleriyle buz pateni yapmak gibi ilginç bir fikre sahip çiftin, fotoğrafın ardından bebeklerini güvende tuttuklarını umuyoruz.
Çocuk koltuğu şartının ayrıntıları belirtilmeyince;
Buz pateni yaparken olduğu gibi bebeklerini gözlerinin önünden ayırmak istemeyen ailelerin, araba kullanırken kullanabileceği pek çok koltuk tasarımı yapılmış.
Ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmamıza gerek kalmayan bu tasarımlardan ilki 1933 yılında Bunny Bear Company tarafından çıkarılmış ve yıllarca da çeşitlemeleri kullanılmaya devam etmiş.
“Arka koltukta ve emniyet kemeri takılı” cümlesini tek başına duysak, çocuklarımız için bugün kullandığımız araç koltukları üretilmeden önceki yıllarda rahatlatıcı bir gelişme olarak görebilirdik.
“Çocuklar için güvenlik” sloganıyla pazarlanan ve çocuğun ayağa kalkması, özgür olabilmesi imkânı tanıyan “emniyet kemeri” bize çok fazla söz bırakmıyor.
Aracın koltuğuna çocuğumuzu oturtmamayı başarıp ayrı bir koltuğa geçirdiğimizde, 1958 yılında hâlâ çok büyük eksiklerin olduğunu anlıyoruz. Araca hiçbir şekilde bağlı olmayan bu ikinci koltuğun yerinde kalmasını sağlayan şey, sürücünün kolu ve biraz şans.