1800’lerin sonlarına ve 1900’lerin başlarına kadar gittiğinizde sinemanın ilk izlerini görebilmeniz mümkün. Lumière Kardeşler tarafından 1895’te, sinematograf olarak bilinen aletleriyle ilk olarak Paris’te gerçekleştirilen sinema deneyimi, ilerleyen yıllarda ülkemize de geldi.
Buradan sonra hem ülkemizde hem de diğer ülkelerde kısa sürede çok fazla filmin vizyona girdiği ve insanların sinemaya akın ettiği görüldü. Fakat o zamanların filmlerine dönüp baktığınızda insanların konuşma şekillerinde bir gariplik sezebiliyorsunuz.
Bizde Yeşilçam filmlerine özgü olarak bilinen bu durum, aslında her dilden filmde vardı:
Out of the Past .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Hatta sinema ve televizyon kültüründen önce en yaygın olarak kullanılan radyolarda bile bu konuşma şekli dikkat çekiyordu.
Bahsettiğimiz konuşma şekillerine örnek olarak bunları gösterebiliriz:
Ülkemizde ise genelde filmlerdeki zenginlerin konuşmaları kulağa farklı geliyor:
Eski maçların spikerlerinde, eski reklamlarda ve filmlerde görülen bu konuşma şeklinin adı ‘Transatlantik aksan’ olarak biliniyor
His Girl Friday .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Amerikan ve İngiliz aksanının ortasında kalan bu konuşma yöntemi, bu iki aksanın aksine sonradan öğreniliyor ve doğal olarak da yurt dışında kullanımı söz konusu.
Bu konuşma şekli, birkaç farklı sebebe bağlanıyor:
İlki, konuşan kişi üzerinde o kişi üst sınıftanmış gibi bir izlenim yaratıyor olması:
Yeşilçam filmlerinin daha çok üst sınıftan insanlara yer verdiği sahnelere baktığınızda bunun gibi bir konuşma şekli görebilirsiniz.
Fakat alt sınıftan insanlarda bu konuşma şeklini pek görmeyiz. Yani ‘üst sınıftan biri’ izlenimi yaratmak için ve iki sınıf arasındaki farkı derinleştirmek için bu yola başvurulduğu düşünülüyor.
Bir diğer sebep ise o dönemde kullanılan kayıt cihazlarının yetersizliği:
Esen Günay .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Mikrofon gibi kayıt cihazları o dönemde sesleri olduğu gibi temiz yakalamayı pek beceremiyordu ve bunun önüne geçmek için de bolca vurgu yapmak gerekiyordu. Yani dile göre, mikrofona en iyi aktarılabilecek şekilde konuşulması gerekiyordu.
Bu sebeple de oyuncuların, konuşulan dile göre o vurguları yapabilmeleri için eğitilmeleri gerekti. 1900’lerin ortalarına doğru mikrofonların bu belasından kurtulmuş olsak da bu zamana kadar söz konusu konuşma şekli, insanlarda yer etmişti bile.
Ülkemizde çok sayıda yetenekli oyuncumuz vardı fakat çoğunda seslendirme yapıldı:
Örneğin Abdurrahman Palay’ın Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, Ediz Hun, Orhan Gencebay, Kadir İnanır gibi isimleri seslendirdiğini biliyoruz.
Uzun süre böyle konuşmaya alışan birinin çok sayıda filmi seslendirmesi, mikrofon konusu büyük ölçüde aşılmış olmasına rağmen konuşma şeklinin aynı kalmasına sebep olarak gösterilebilir.
Konu hakkında birkaç ilginç bilgi:
Bizim Yeşilçam ile özdeşleştirdiğimiz “Nayır, nolamaz” sözlerinin kaynağı hakkında öne atılan birkaç düşünce varİlkinde, çoğu önemli isim için seslendirme yapan Abdurrahman Palay’ın seslendirme yaparken dirseğini kenara dayayıp elini çenesinde tutmasından ötürü “hayır, olamaz” yerine “nayır, nolamaz” sözünün çıktığı savunuluyor. Bunun, sanatçının sürekli genzini kullanmasından kaynaklı olduğu da söylenir.Diğerinde ise bunun, seslendirme yapan kişiye milisaniyeler kazandırarak ses kaymasının önüne geçilmesini sağladığı savunuluyor.Son olarak ise oyuncular “hayır” dese bile ekipmanların yetersizliği sebebiyle kelimelerin bozulup “nayır” şekline döndüğünü savunanlar da varDiğer ülkelerde baskınlığı görülen Transatlantik aksan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etkisini yitirdi ve yavaş yavaş kullanımdan kalktı