Dünya ekonomisi için 2022, Covid-19 krizinden çıkış, yaraları sarma ve toparlanma yılı olacaktı. Ne yazık ki olmadı.
Ukrayna savaşının da katkısıyla, hemen her alanda 2023’e de sarkması beklenen olumsuzluklar birikti. Bu “duruma” ve beklentilere ilişkin, sık sık 30-40 yıl öncesine gönderme yapan yeni bir söylem gelişmeye başladı.
Yıl kapanırken, ekonomi yazarlarının yorumlarda, sık sık, 1980’lerde başlayan küreselleşme sürecinin tersine döndüğüne, 40 yıl sonra enflasyon ve durgunluk ikileminin (stagflasyonun) yeniden gündeme geldiğine, yeni bir finansal kriz olasılığının arttığına, ticaret savaşlarına ilişkin başlıklara rastlıyorduk. Hemen hiç kimse 2023 için iyimser bir tablo ortaya koyamıyordu.
TÜM PİYASALAR NEGATİF ALANDA
Dünya ekonomisinin önde gelen borsaları performansı, ekonomik durumun sağlığına ve “piyasaların” beklentilerine ilişkin iyi bir gösterge oluşturur
Aşağıdaki tablo olumsuz bir resim sunuyor.
BBCÖnde gelen borsalar 2022 yılında yüzde 9 ile 15 arasında gerilemişler. FT-100 yüzde 0,6 ile pozitif alanda kaldı ama yıl boyunca, yüzde 10’a varan ani düşüşlerin yaşandığı olağanüstü bir volatilite söz konusuydu.
ABD ekonomisinin en dinamik kesimi olan teknoloji sektörünün hisselerinin değerleri yüzde 33,54 ile adeta çökmesi de düşündürücüydü.
Benzer bir durumun, 2007/8 finansal krizine yol açan büyük parasal genişlemenin hemen öncesinde, 1999-2001 arasında yaşandığını anımsamak yararlı olabilir.
O zaman, borsalardaki çöküşü yumuşatan, başlayan sert resesyona ereleyen büyük parasal genişlemeyi bu günlerde tekrarlamak olanaklı değil.
“40 yıl sonra” yeniden gündeme oturan enflasyondan dolayı tam aksi bir durum söz konusu:
Merkez bankaları yüksek faiz ve sıkı para politikalarına yöneldiler. Büyük özel sektör ve kamu borcu yüküne bakarak, yeni bir mali istikrarsızlık hatta önümüzdeki yıl bir finansal kriz olasılığının giderek güçleneceğini savunanlar da var.
Getty ImagesKÜRESEL RESESYON OLASILIĞI ARTIYOR
IMF, OECD, Avrupa Merkez Bankası ekonomistleri, 2023’te dünya ekonomisinde resesyon sınırı olarak görülen yüzde 2,5-3 büyüme hızının altına doğru bir yavaşlama bekliyor; dolayısıyla da küresel bir resesyon güçlü bir olasılık haline geliyor.
IMF’nin ekim ayında yayımlanan “Dünya Ekonomisine Bakış” raporu, dünya ekonomisinde ekonomik büyümenin (AB bölgesi hariç) 2022’de yüzde 3,2’den 2023’de yüzde 2,6’ya gerilemesini, 2024 ve 2025 yıllarında da sırasıyla yüzde 3,1 ve yüzde 3,6 ile resesyon sınırında kalmasını bekliyor.
Avrupa Merkez Bankası’nın, euro bölgesinde büyüme hızının 2023’te çok sert bir biçimde yüzde 0,5’e düşme beklentisini, IMF beklentisine ekledik mi, küresel resesyon alanına girmeye başlıyoruz.
AMB’nin 2024-25 büyüme beklentileri de yüzde 1,9 ve yüzde 1,8 oranlarıyla çok sınırlı bir “toparlanmaya” işaret ediyor. Dünya Bankası resesyon olasılığını tartışırken, “Baz”, “yavaşlama” ve “sert resesyon” olmak üzere üç senaryo üretmiş. “Baz” senaryoda, dünya ekonomisinde büyüme hızı, 2023’de ve 2024’de yüzde 2,4 ve yüzde 3,0 ile resesyon sınırında kalıyor. “Sert resesyon” senaryosunda büyüme hızları yüzde 0,5 ve yüzde 2,0 düzeyine geriliyor.
OECD’nin kasım ayında açıklanan “Dünya Ekonomisine Bakış” raporunda da küresel ekonomik büyüme hızının 2023’de yüzde 2,2’ye gerilemesi, 2024’te de yüzde 2,7 düzeyinde kalması bekleniyor,
IMF, ECB, Dünya Bankası, OECD beklentilerini bir araya koyunca, 2023’te dünya ekonomisinde sert bir fren ve sonra en azından 3-4 yıllık bir durgunluk, hatta daha sert ve uzun bir resesyon olasılığına bakıyoruz.
Bu saptamayı, uzun dönemli ekonomik dalgalanmalara ilişkin bir gözlemle de desteklemek olanaklı.
The Independent’dan Hamish McRae’inin dikkat çektiği gibi, 1970’lerin, 80’lerin, 90’lerin ve 2000’lerin başında olmak üzere kabaca 10 yıllık resesyon evreleri gözlemek olanaklı.
Bu evrelere zaman zaman, 1987, 1997-99 ve 2008’de olduğu gibi mali krizler de eşlik ediyor.
Son finansal kriz izleyen ve 2010’lerin başında görülen “uzun durgunluk” da bu resimle uyumlu.
Bu açıdan bakınca, 2020’lerin ilk yarısında bir resesyon olasılığını, bu dalgalanmalarla uyumlu bir gelişme olarak görebiliriz.
FİNANSAL KRİZ OLASILIĞI DA GÜÇLENİYOR
Sert ve uzun bir resesyon olasılığına bir finansal kriz olasılığının eşlik etmesinin şifresini Financial Times’dan Chris Giles’ın, 2022’de ABD, İngiltere ve euro bölgesinde yüzde 10’a ulaşan enflasyon oranlarından hareketle, “Ekonomik ilerlemenin düşmanı 40 yıl sonra geri geldi” saptamasında bulabiliriz.
Enflasyonun 40 yıl sonra geri gelmesinde, enerji-gıda fiyatları baskısının önemli bir payı var.
Ancak sürece bakarken, çok daha önce başlamış, “Merkez Bankası parasal genişleme politikaları enflasyon yaratacak” uyarılarına ilişkin tartışmalardan başlamak gerekiyor.
Bu tartışmalarda ilk anda referans konusu 2008 finansal krizinde devreye giren yaklaşık 12-13 triyon dolara ulaşan destekleme paketleriydi.
McKinsey & Company, Covid-19 krizi sırasında hükümetlerin destekleme harcamalarının 10 triyon dolara ulaştığına işaret ediyordu.
Bu iki parasal genişlemeden birincisinde amaç, borç piyasalarını mali piyasalarda bir çüküşü önlemekti. İkincisinde talebi ayakta tutmaya çalışmaktı; halbuki o sırada tedarik zincirleri kopuyor ve bir arz şoku da oluşuyordu.
Ancak bir adım geri gidip 2000’lerin başındaki sert resesyona karşı başlayan büyük finansal genişlemeyi de anmak gerekiyor.
Hatta daha da geri gidip, küreselleşme ile serbestleşen ve hızlanan sermaye hareketleri; borç-faiz-kredi türev piyasalarıyla büyüyen (kimi ölçülere göre 75 trilyon dolarlık dünya ekonomisi üzerinde 1000 trilyonluk bir piyasa oluşturan) finansallaşmayı da hesaba katmak gerekiyor.
Özetle 1980’lerden bu yana sürekli büyüyen, genişleyen bir parasal-finansal bir “dalga” söz konusu.
Bu “dalga” dünya ekonomisinde hem yatırımları hem de tüketici talebini yüzdürmeye 2000’lerin başına kadar devam etti ve deyim yerindeyse bu dalga kırıldı: 2007/08 mali krizi.
Merkez bankaları bu dalgayı yaşatmaya, beslemeye çalıştıkça da enflasyonist basınç giderek arttı ve nihayet Covid-19 önlemleri adeta bardağı taşıran son damla oldu.
Sonuç olarak denebilir ki, gelinen noktada 2023’e, yüksek enflasyon ve ekonomik durgunluk hatta resesyon beklentisiyle giren dünya ekonomisinde, yatırımları ve tüketici talebini, borç yükü altındaki özel ve kamu sektör aktörlerini, finansal genişleme ile desteklemeye devam etmek, artık olanaklı değil, ya da çok tehlikeli.
Buna karşılık merkez bankalarının enflasyona öncelik verme eğiliminin de bir çözüm olmadığı görülüyor.
Merkez bankaları yüksek faiz ve daraltıcı para politikaları izlemeye kararlı görünüyor. Bu kararlılık, Prof. Nouriel Rubini’nin uyardığı gibi, sert bir finansal kırılma olasılığını besliyor:
Yüksek faizler, kamu ve özel sektör borç yükünün servis edilmesini, yeniden finansmanını, tüketici talebinin desteklenmesini, giderek daha da zorlaştırıyor.
Getty ImagesBu noktada, süregelen Covid-19 krizini ve Ukrayna savaşı gibi dışsal etkenleri de devreye sokunca dünya ekonomisinin 2023 ufku biraz daha kararıyor:
Birincisi Covid-19 sonrası tüketim balonu söndü. Yüksek faizler ve tüketicinin borç yükü, artmaya başlayan ev kredisi (motgage) taksitleri oranları, tüketici talebi üzerindeki baskıyı arttırıyor.
Çin’de yeniden alevlenen Covid-19 krizinin dünyaya yayılma olasılığı güçleniyor.
İkincisi, enerji ve gıda fiyatları yüksek düzeyde seyrediyor.
Özellikle orta ve küçük İşletmeler üzerindeki enerji, ham madde maliyetlerine ek borçlanma maliyetleri de artıyor.
Covid-19 döneminde aslında batmış ama destekle ayakta duran “zombi” işletmelerin varlık koşulları hızla yok oluyor. Önümüzdeki yıl hatta 2024-25’e doğru giderken, iflasların, temerrüde düşen borçların, bankaların karşılıksız alacaklarının giderek artması bekleyebiliriz.
Buna yüksek faiz ortamından gelişmekte olan ülkelerin, borç yüklerini artık kaldırmayacakları bir noktaya yaklaşıyor olmasını da ekleyebiliriz.
Böylece Roubini’nin işaret ettiği sert finansal kriz senaryosunun güçlenmekte olduğunu da söyleyebiliriz sert bir resesyona eşlik edecek bir finansal krizi önlemek olanaklı görünmüyor.
KUŞ BAKIŞI
Yukarda sergilemeye çalıştığım resme, bütünlüklü bir bakış, en azından üç açıdan, 2023’e girerken, bir dönemin sonunda olduğumuzu düşündürüyor.
Birincisine yukarıda değindiğim, “ekonomik ilerlemenin düşmanı” geri geldi. Diğer bir deyişle, 1980’kerden 2010’lara kadar enflasyon baskılayan neoliberal politikalar, özelikle merkez bankası politikaları, hükûmetlerin bütçe disiplini saplantısı artık zamanın koşullarına uygun değil.
İkincisi, jeopolitik dengelerdeki değişimler, kısacası ABD-Çin rekabeti, Rusya’nın Ukrayna İşgali, büyük devletlerin ekonomi politikalarını iki yönden değişmeye zorluyor:
Ekonomik korumacılık, rakip ekonomilere yönelik ekonomik mali yaptırımlar. Bu eğilim neoliberalizmin serbest piyasa ilkesinin artık terk edilmeye başlandığını gösteriyor.Jeopolitik etkilerin, işçi hareketinin baskısıyla, neoliberalizm bağlamında büyük hata olarak görülen “sanayi politikası” yaklaşımı, planlama, mali destek, gelişmekte olan piyasalarda “sermaye kontrolü” gibi “piyasa dengelerini” çarpıtan uygulamalar hızla gündeme geliyor.Üçüncü olarak da hemen bütün gelişmiş ülkelerde işçi hareketi ve sendikalar son 40 yılda kaybettiklerini geri almak için hareketlenmiş durumda.
Bu kesimlerin taleplerin cevap verecek hükümet politikaları, ister istemez, daha fazla korumacılık, sağlık, eğitim, toplu taşımacılık, enerji ve gıda fiyatları alanlarında devlet desteği, yeni refah devleti uygulamaları içeriyor.
Diğer bir deyişle, neoliberal model emek piyasasını yönetme kapasitesini de kaybetmiş durumda.
Sonuç olarak denebilir ki yeni yılda dünya ekonomisi belki zor, tehlikeli ama, değişimlere de açık bir döneme giriyor.