HABER7
Başkent Ankara’da İçişleri Bakanlığı önündeki bombalı saldırı girişimi güvenlik güçlerinin başarılı müdahalesiyle akamete uğratılırken, bundan 118 yıl önce Sultan 2. Abdülhamid Han’ı devirmek için dönemin başkenti İstanbul’da bombalı saldırı düzenlenmiş ancak esas hedefe varılamamıştı. Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın saniyelik farkla kurtulduğu kanlı saldırı sonrasında, tıpkı Ayşenur Arslan örneğinde olduğu gibi dönemin şairi Tevfik Fikret, terör saldırısının başarıya ulaşamamasından duyduğu hüznü dile getirmişti.
Ermenileri Osmanlı Türkiyesi’nden koparıp Ermenistan’ın kurulması için Abdülhamid Han’ı devirmek isteyen teröristler, yerli işbirlikçilerle birlikte kanlı-kansız her eyleme başvurmuştu.Günümüzde ise Kürtleri Türkiye’den koparıp Kürdistan’ın kurulması için Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine benzer girişimlerde bulunuluyor.Sultan Abdülhamid’in de iştirak ettiği Yıldız Camii’ndeki Cuma namazı çıkışında bombalı araçla gerçekleştirilen patlamada 30 kişi şehit olmuş, 58 kişi yaralanmıştı. Sultan Abdülhamid’i havaya uçurmak için düzenlenen saldırı, Abdülhamid Han’ın camiden kısa süre gecikmeli olarak çıkması neticesinde başarısız kalmıştı.
Osmanlı liderine yönelik suikastin başarısız olmasına hayıflanan Tevfik Fikret’in, saldırıdan sonra kaleme aldığı “Bir Lahza-i Teahhur (bir anlık gecikme)” şiirinde teröristler için “şanlı avcı” demiş, Sultan Abdülhamid’in saldırıda ölmemesi dolayısıyla hayıflanmıştı.
100 YILLIK İHANETİN SATIRLARI
İşte Tevfik Fikret’in kendi ülkesinin liderine düzenlenen bombalı saldırıya övgüsü, devlet başkanının saldırıda ölmemiş olmasından duyduğu hüzün satırları:
Bir patlama... bir duman... ve bütün bir şenlik alayı,
Sahnelediği oyunu seyreden kalabalık; haşin, azgın
Tırnaklarıyla bir kahredici elin, didik didik,
Yükseldi havaya bacak, kelle, kan, kemik...
Ey yüce patlama, ey öc alıcı duman,
Kimsin? nesin? bu saldırıya iten ne, sebep ne? kim?
Arkanda bin meraklı bakış ve sen yoksun,
Görünmeyen bir eli andırıyorsun, kurtarıcı.
Sesinde o öfkenin o korkunç yıldırımı var ki
Her yerde hak ve kurtuluş duygusunu tetikler.
Vuruşunla kahredici ayağı titrer zorbalığın,
En gururlu, görkemli tâcı sarsar yaklaşışın.
Silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini, en çetin
Bir uykudan uyandırır milleti dehşetin.
Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın!
Attın... ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!
Dursaydı bir dakikacık (bu hep) geçen zaman,
Ya da o durmasaydı o tâlihsiz taç,
Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
Bir iyilik olurdu, benzeri yüzyıllarca geçmemiş.
Ancak, rastlantı... âh o güçlülerin dostu,
Güçsüzlerin, zavallıların değişmez düşmanı,
Birden yetişti etkisiz kılmaya, bu yakıcı planı,
Söndürdü bir nefeste bu parlak umudu;
Yazdı, alay etmek için bilinçsiz yazgı,
Zulüm tarihine bir övünme önsözünü.
Kurtuldu; hakkıdır, alacak şimdi öcünü;
Ancak; unutmasın şunu (ki) alçaklığın tarihi:
Bir milleti çiğnemekle bu gün eğlenen (alçak)
Bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini
_____________ALKIŞLADIKLARI KATLİAM SALDIRISININ DETAYLARI
Peki o kanlı saldırı İstanbul’da nasıl gerçekleştirilmişti?
Sultan Abdülhamid Han saldırıdan nasıl yara almadan kurtulmuştu?
Tarihçi Dr. İhsan Burak Birecikli ve Doç. Dr. Fahri Maden’in Yıldız Suikastı’na ilişkin araştırma makalesinde, 21 Temmuz 1905 günü yaşanan hadise şöyle özetleniyor:
Sultan Abdülhamid’in her cuma namaz kılmaya geldiği Yıldız Cami’nde uygulanacaktı. Bütün hesaplar padişahın camiden çıkıp arabasına bindiği 1 dakika 42 saniye üzerine kurulmuştu. Zira suikastçılar hazırlıklar sırasında iki defa Yıldız Cami’ne gelerek şu tespitleri yapmışlardı: “Hamid, binek taşından arabaya bindikten sonra, 1 dakika 42 saniyede dış kapının önüne gelmektedir. Saatle işleyen bir bomba makinesi bu sırada patlatılırsa padişah öldürülür.”
Plana göre suikast, özel bir arabanın tekerleklerine yerleştirilmiş 100 kilo dinamit patlatılmak suretiyle gerçekleştirilecekti. Arabayı 45 yaşında, eski bir katil olan Haçikyan adında Ermeni komitacısı idare edecekti. Araba, yabancı ziyaretçi edasıyla Yıldız Cami’nin avlusunun giriş kapısı yakınına konulacaktı. Saat ayarlı olarak patlatılan dinamitlerle infilak gerçekleşecek, Sultan Abdülhamid öldürülecekti.
Suikasta Yahudilerden de yardım gelmişti. Siyonistler, Filistin’deki emellerine ancak Sultan Abdülhamid’in ortadan kaldırılmasıyla ulaşacakları düşüncesiyle Ermenilere para yardımında bulunmuşlardı.O gün padişah her Cuma olduğu gibi yine namazını eda için Hamidiye Cami’ne gelmişti. Yıldız Sarayı’nın kapısından camiye kadar olan mesafe, 400-500 metrelik bir alandı. Cami üç sıra askerle çevrilmiş, Yıldız’dan Beşiktaş’a inen yokuşun sağındaki meydanlığın önü, süvari alayları, arabalı ve yaya seyirciler de bu süvari saflarının arkasında yerlerini almışlardı. Sultan camiden çıkar çıkmaz etrafında bir kordon oluşturacakları belliydi.
1 DAKİKA 42 SANİYE!
Bu arada cami bahçesinde arabalar sıra ile dizilmişlerdi. Hazır hale getirilen suikast arabası ise caminin avlusundaki yabancı misafirlerin arabaları arasına bırakılmıştı. Bomba ise arabacı iskemlesinin altına yerleştirilmişti. Şimdi bomba çalıştırılmak için tam 1 dakika 42 saniyelik zamanı bekliyordu.
PATLATTI, AMA…
Nihayet Padişah’ın camiden dönüşü haberiyle arabası binek taşı önüne getirilmişti. İşte tam bu anda cuma namazı bitip cemaatle birlikte Padişah da çıkmaya başlayınca, saat ayarlı bomba patlamıştı, ama ortalıkta Sultan Abdülhamid yoktu.
Buna sebep, Sultan’ın camiden çıkarken, âdetten olmadığı halde Şeyhülislâm Cemalettin Efendi’yle birkaç dakika konuşması idi. Padişahın camiden çıkacağı dakikaya göre ayarlanmış olan bomba, tam bu sırada patlayarak, bu bir anlık gecikme, Sultan’ı ölümden kurtarmıştı. Yoksa bombanın saati doğru olarak ayarlanmıştı. Hemen bütün kaynaklarda bu bir anlık gecikmenin (Şair Tevfik Fikret’in deyişiyle, bir lahza-i teahhur’un) sebebini Padişah’ın Cemaleddin Efendi’yle biraz daha sohbet etmek istemesinden kaynaklandığı belirtilmektedir.
Ancak devrin Sadrazamı Avlonyalı Ferid Paşa’nın oğlu Celalaeddin Velora Paşa’nın bizzat babasından naklettiğine göre, Şeyhülislam, o sırada İstanbul’a gelmiş bulunan Mekke Emiri’ni getirmiş ve namazdan sonra Padişah’a bu misafiri müjdelemeye teşebbüs etmiş, iltifat olarak da, ‘Hoşgeldiniz Emir Efendi, Âsitanemize (İstanbul’a) safalar getirdiniz, Haremeyn halkınız iyidirler inşallah?’ demeye kalmadan o müdhiş infilak sesi duyulmuştur.”
Başka bir rivayet Abdülahamid’in Şeyhülislamla, Yahudiler hakkında fetva meselesini görüştüğü ve çıkmakta geciktiği yönündedir.
İSTANBUL SARSILDI
Patlama en büyük çaptaki topların çıkardığı sesten daha gürültülü ses çıkararak uzak semtlerden dahi duyulmuş, orada bulunan binlerce kişiyi dehşete düşürmüştü. Fatih, Boğaziçi taraflarına kadar etrafı sarsan ve Maçka, Nişantaşı semtlerini yerinden oynatan bombanın Beşiktaş’ı ne hale getirdiği tahminlerden uzak değildir.
Evvela bomba, 70 santimlik bir çukur açmıştı. Yakın yerlerdeki camlar kırılmış, kafesler sarsılmış ve insanlar dehşet içinde sokaklara dökülmüştü. Patlama sonucu 58 kişi yaralanmış (zabıtandan ve efrâd-ı şahaneden 20 kişi yaralanmış ve 4 kişi ölmüştür), 3’ü asker 4’ü gazeteci 26 kişi ölmüş, 17 araba tahrip olmuş, 20 kadar da at ölmüştür.
ABDÜLHAMİD HAN’IN CESARETİ
Muarızları tarafından kendisine korkak lakabı takılan Sultan Abdülhamid’in, suikast olayı sırasında en soğukkanlı davranan kişi olduğu görülmüştü. O gün en küçük bir jest ve mimik değişikliği yapmayan, bulunduğu yerden kaçmayan tek şahıs padişahtı. İlk tepkisi Mabeyn başkâtibi Tahsin Paşa’ya: “Ne var?” sorusu olmuştu.
Yaveri Ali Sait Paşa’nın yazdıklarına göre, kulak zarlarını patlatırcasına bir patlamanın olduğu, havayı siyah bir dumanın bürüdüğü, civar binaların çamlarının kırıldığı, kol ve bacak parçalarının havaya fırladığı olaydan sonra, herkesin can kaygısıyla sağa sola kaçıştığı anda, Sultan Abdülhamid olup bitenleri bulunduğu mevkiden soğukkanlılıkla takip etmiş, elini kaldırarak kalın ve gür sesiyle telaş edilmemesini ihtar edip; “Korkmayın, korkmayın!” demiş, bazı emirler vermiş ve sonra sert ve vakur adımlarla saltanat arabasına yürümüştü.
Saltanat arabasına tek başına binen Sultan, sanki hiçbir şey olmamış gibi, Saray’a yönelmişti. Selamlık resmini takip eden yabancı sefirlere gelince, Padişah’ın bu metaneti karşısında kendilerini tutamayarak, alkışlarla “Viva Sultan!.” diye bağrışmaya başlamışlardı.