— Aksaray, Aksrayyyyy… — Evet, ücretini gönderemeyenler, para üstü bekleyenler? — Arkadan vermeyen kaldı mı?— Müsait bir yerde inecek var...— Burdan kaç kişi alıyorduk?— Kartaaal, Pendik...
Hayatınız boyunca duyduğunuz bu cümlelerin çıkış noktasına gidip "Nereden nereye!" demenize neden olacak bir hikâyeye konuk olmaya hazır mısınız?
Sizi İstanbul sokaklarının çok daha sakin olduğu 1930'lu yılların başına götürelim.
O zamanlar ne Alman Deutz motorlu Magirus'lar ne de Peugeot J9'lar var tabii. O dönemin toplu ulaşım araçları; tramvaylar, az sayıdaki otobüsler ve yaklaşık 600 adet taksiydi. Ancak taksiye binmek lükstü.
1929 yılında patlak veren Büyük Buhran'dan bütün dünya gibi Türkiye de etkilenmişti. Müşteriler daha çok tramvaya yönelince taksiciler zora düştü, hatta farklı işler yapmayı bile düşündüler.
Sonra bir şoförün aklına parlak bir fikir geldi!
Kendi lokantasında aşçılık yapan Halit adındaki bir adam, lokantasına gelip giden şoförlere bakıp bakıp imreniyordu. Tutkusunun peşinden giden Aşçı Halit, lokantasını satıp Ford marka bir otomobil aldı ve şoförlüğe başladı.
Lokantasına gelip giden turistlerle de arası iyiydi üstelik. Abonman müşteri de bulduğu için işler tıkırında gidiyordu. Musevi bir iş insanı olan müşterisini her gün Nişantaşı'ndan alıp Eminönü'ne bırakıyordu.
Ancak daha sonra ekonomik sorunlar nedeniyle müşterisi de etkilendi. Aşçı Halit, kaybetmek istemediği müşterisine bir öneride bulundu. Müşterisine, aynı yöne giden 3 kişi daha bulduğu takdirde aynı fiyata onları da götürebileceğini söyledi. Böylece tek kişi fiyatını 4 kişi bölüşmüş olacaktı.
Sabahları bu müşterilerini işlerine bırakan Halit, diğer saatlerde de aynı yöntemi uygulamaya başlar.
Tramvay duraklarında bekleyen kalabalığa yanaşan Halit, "Tramvay parasına Taksim'e gidiyorum" diyerek taksisine 4 kişi alıyordu. İstanbulllular, önceden sadece zenginlerin binebildiği taksilere uzaktan bakarken artık kendileri de binebiliyordu. Üstelik tramvaydaki, otobüsteki itişip kakışma da yoktu ve varacakları yere daha hızlı gidebiliyorlardı.
Ve böylece Türkiye'deki ilk dolmuş hattı, Karaköy-Taksim arasında doğdu. Ücreti ise 10 kuruştu.
Diğer taksiciler de baktılar ki Aşçı Halit bu fikrin ekmeğini iyi yiyor, boş oturmaktan iyidir diyerek kendileri de modaya uydu.
Daha sonra basının da ilgisini çeken bir durum haline geldi. Cumhuriyet gazetesinin haberinde "Otomobilleri eski olan bazı şoförler, otobüsler gibi müşteri alarak bazı hatlarda adam başına onar kuruş ücretle işlemeye başlamışlardır, bu suretle 60 otomobil Karaköy-Beyoğlu ve Eminönü-Taksim arasında işlemek istemektedir. Adam başı ücret almak suretiyle yolcu nakletmek otobüslere ait olduğundan, belediye bu gibi otomobillerin işlemesine müsaade etmeyecektir." yazıyordu.
Cumhuriyet, 15 Eylül 1931 günü de "Bunun adı ne? Ne taksi ne otobüs!" başlıklı haberinde şu cümlelere yer vermişti: Bazı taksi otomobillerin onar kuruşa üç adam alarak Beyoğlu ile İstanbul arasında otobüs şeklinde işlemeye karar verdiğini, fakat belediyenin buna muvafakat etmediğini (izin vermediğini) dünkü nüshamızda yazmıştık. Dün de bazı otomobiller bu suretle işlemişler, şoförler çeşitli semtlerde, ‘On kuruşa bir adam’ diye bağırmaya başlamışlardır. Fakat bu hareketleri belediye tarafından yasaklanmıştır. Şoförler bu suretle otomobil işletmenin kanuna aykırı olmadığını, taksiden daha ucuza adam naklettiklerini pek haklı olarak söylemektedir.
Bu sistem, belediyenin hoşuna gitmemişti gerçekten de.
Galata Köprüsü - 1930 (Fotoğraf: Faik Şenol) .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Tramvayların müşteri kaybı nedeniyle polisler bu sistemi önlemeye çalıştı ancak başarılı olamadılar, dolmuş sistemi çığ gibi büyüdü.
Şoförler Cemiyeti, 50 şoförün imzasıyla belediyeye başvurup bu sistemin yasal hale gelmesini istedi ancak belediye inatçı çıktı. Yolcu sayısı azalan tramvay şirketi yöneticileri de epey öfkelenmişti. Zamanla basın da halk da taksi dolmuşları benimsemişti ancak belediye uzun yıllar buna karşı çıktı.
Şoförler, daha fazla yolcu alabilmek için De Söto, Chevrolet, Ford gibi geniş arabalar üreten Amerikan markalarını tercih ediyordu.
Ford'un Tophane Otomobil Montaj Fabrikası .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Bunların bir kısmı, konsoloslukların satışa çıkardıkları kullanılmış otomobillerden sağlanmaktaydı. Ancak bu genişliği de yetersiz bulanlar, otomobilleri tamirhanelere götürüyor ve ortadan kestirip boylarını uzatarak 4-5 kişilikken 7-8 kişilik hale getiriyorlardı.
Belediyenin inadı, ilk dolmuşun ortaya çıkışından 23 yıl sonra, 1954 yılında kırıldı.
Dolmuşçuluğu resmen tanıyan belediye, ilk tarifeyi verdi. Böylece sadece 4 adet olan dolmuş hattı, 150'ye kadar yükseldi. Araçlar da daha modern hale geldi. 1965 yılına gelindiğinde dolmuşların toplu ulaşımdaki payı %30'a kadar çıkmıştı.
Daha sonraki yıllarda dolmuşlara olan rağbet azaldı. Otobüs, metro gibi alternatifler bunda etkili oldu.
Koltuk sayısı çok daha fazla olan minibüsler ise dolmuşların zirve döneminde ortaya çıktı. Dolmuş dediğimiz şey, aslında "taksi dolmuş"lardır. Minibüsler daha farklıdır, aldıkları yolcu sayısı ortalama 14 kadardır. Dolmuşlar ise 4-8 arası yolcu almaktaydı.
Özellikle İstanbul, İzmir ve Bursa'da taksi dolmuşlar daha çok bilinmektedir. Genellikle merkezi yerlerde çalışırlar.
Minibüslerin belli saatleri vardır ancak dolmuşlar dolunca hareket eder, tahmin edeceğiniz gibi ismi de buradan gelmektedir.
Kaynaklar: Tarih ve Toplum, manifold