Fuarın açılışında düzenleme ekibinin başı Bilgin Aygül, dünyaca ünlü ressamımız Bedri Baykam, biliminsanı Tamer Levent konuştular. Hasan Pekmezci'ye sanatçı, Kıymet Giray’a da onur ödülü verildi. Fuarda siyaset yoktu, sanat, bilim, kardeşlik vardı fuarın teması ‘Bilim ve sanat iyileştirir’ şeklindeydi. Eğer bilime yeterince değer verseydik son depremde bu kadar büyük felaket yaşamazdık. Ancak umutluyuz, bilimle, sanatla, akılla bu felakettin yaralarını da saracağız.
ARTANKARA’yı gezerken, gördüklerimin arka planında Cumhuriyeti ve onun kurucusunu hissettim. Eğer onlar olmasaydı bu fuar da olmazdı. Sergi çıkışında ülkelerin cumhurbaşkanları ile sanat arasındaki ilişki konusunda bir yazıyı yazmaya karar verdim.
CUMHURBAŞKANLARI
Klasik mimarideki kemerlerin üst tarafında kilit taşı bulunur. Kilit taşının görevi kemerin yükünü taşımak değil, kemer taşlarının bir arada kalmasını sağlamaktır. Bence bir ülkedeki cumhurbaşkanının işlevi de bir kilit taşı gibi devletin ayakta kalmasını sağlamak olmalıdır. Bir kilit taşı, binadaki tüm taşların işini tek başına üstlenmeye kalkışırsa, krallara, tek adamlara benzer, belki kemeri bir arada tutabilir ancak sisteme yük olur. Bu düşünceden hareketle, ülkemizde cumhurbaşkanı ile sanat ilişkisini, Atatürk’ün sanata verdiği olağanüstü değeri merkeze alarak irdelemeye çalışacağım.
ATATÜRK VE SANAT
Ağız alışkanlığıyla herkese “Çocuk” diyen Atatürk, kanımca bu ifade tarzıyla hem çocuklara olan sevgisini göstermiş, hem de bir ana baba tavrıyla milletine örnek olmuştur. Onun sanat konusundaki önderliğine, sanata ve sanatçıya saygısına ilişkin iki örnek vermek istiyorum.
Muhsin Ertuğrul ve Atatürk: Atatürk cumhurbaşkanlığı döneminde İstanbul’dan Ankara’ya gelen bütün tiyatroları izlerdi. Muhsin Ertuğrul ekibiyle başkente gelmişti, bir akşam 20.00’de eserlerini sahneleyeceklerdi, doğal olarak Atatürk de izleyecekti. Atatürk Çankaya Köşkü’nden geç çıkabildi. Köşkten bir yaver, bence kendi inisiyatifi ile Muhsin Ertuğrul’u arayıp, “Reis-i Cumhur Hazretleri, biraz gecikecek, oyunu on dakika geç başlatın” dedi. Tiyatromuzun güneşi Muhsin Bey ise ona, “İmkânsız, tiyatro perdesini tam zamanında açar” dedi. Atatürk Ulus’taki tiyatroya 20.10’da ulaştı, görevliler hemen kapıyı açtılar, Atatürk oyunun başladığını görünce, “kapıyı kapat çocuk” dedi, kızmadı, küsmedi, fuayede oturup beklemeye başladı. O gün oturduğu taş koltuk hâlâ oradadır. Verilen aranın ardından Atatürk yerine geçti ve ikinci perdeyi izlemeye hazırlandı. Muhsin Ertuğrul ise oyun öncesinde sahneye çıkıp izleyicilere, “Demin oyunumuzun birinci perdesini izlediniz, ancak şu an çok önemli bir konuğumuz var, birinci perdeyi tekrar sahneleyeceğiz” dedi. İlk perde, ardından ikinci perde oynandı. Bazı olayları yorumlamak gereksizdir.
Şevket Dağ ve Atatürk: Bir ressam Ankara’ya gelip sergi açtığında Atatürk ilk gün gider beğendiği bir tabloyu kendi parasıyla alırdı, serginin son gününde ise satılmayan tüm tabloları devletin parasıyla aldırırdı. Şevket Dağ, Ankara’da sergi açtığında da ilk gün bir tabloyu kendi parasıyla satın aldı. Serginin son günü tekrar gittiğinde, kendisinin satın aldığı tablo dışında hiçbir tablonun satılmamış olduğunu gördü, bunun üzerine ressama, “Şevket Bey, şimdi benim bu tabloları uzun uzun inceleyecek vaktim yok, bunları Köşk’e götürelim de rahatça inceleyeyim” dedi. Sanatçıyı incitmemek için böyle söylemişti, aslında tabloların tümünü devlet satın alıyordu.
İNÖNÜ VE DİĞER CUMHURBAŞKANLARI
İnönü cumhurbaşkanı olduğunda bir dönem henüz CSO’nun binası yapılmamıştı, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerini, DTCF’nin Farabi Salonu’nda verirdi ve İnönü her cumartesi saat 13.00’te salondaki yerini alırdı.
İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk iki cumhurbaşkanının sanatla ilişkileri böyleydi, daha sonraki cumhurbaşkanlarından sanata ilgi gösterenler de olmuş, hiçbir tiyatroya, operaya, konsere, sergiye gitmeyenler de olmuştur. Hatta ikisinden sonraki cumhurbaşkanları içinde konser başladıktan beş dakika sonra salona eşiyle birlikte girip en öne oturan da olmuştur.
ATATÜRK VE RIZA ŞAH PEHLEVİ
İran Devlet Başkanı Rıza Şah Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyareti öncesinde Atatürk ilk Türk operası olan Özsoy operasını besteletmişti. Operayı izleyen Şah, gösteriyi çok överek göklere çıkarmıştı, Atatürk ise tevazuyla gülümseyerek, “Bu övgünüzü otuz yıl sonrası için kabul ediyorum” demişti. Değerli okurlarım, otuz yıl çoktan dolmuştur, dünyaca ünlü müzisyenlerimiz, ressamlarımız söz konusu tüm övgüleri yıllardır hak etmektedirler. Az önce ARTANKARA’da, Rıza Şah’ın ve daha nicesinin övgüsünü hak eden bir sanat şöleni sundu bizlere.