“Ameliyat yeni seks”... Böyle diyor David Cronenberg'in son filmi “Müstakbel Suçlar”ın (“Crimes of the Future”) karakterlerinden biri. Belirsiz ama her haliyle distopik bir gelecekte geçen film Cronenberg’in kariyerinin ilk 30 yılına döndüğünü gösteren body horror (beden korkusu olarak tercüme ediliyor sıklıkla) türünde bir yapım ve usta yönetmenin 1999 tarihli filmi “eXistenZ”dan bu yana her şeyiyle kendisine ait olan ilk senaryosu.
8 YIL SONRA İLK FİLM
Geçen mayıs ayında dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan ve başrollerini Viggo Mortensen, Lea Seydoux, Kristen Stewart gibi isimler,in paylaştığı “Müstakbel Suçlar” şu sıralarda MUBI’de izleyiciyle buluştu ve özellikle Cronenberg sinemasına aşina olanlar için hiç şüphesiz haftanın filmi olmaya aday.
Gerçi film Cannes’dan ödülsüz döndü ve kimi kötü eleştiriler de aldı ama 70’li yıllardan bu yana çektiği filmlerle body horror alt türünün en önemli temsilcilerinden biri olan yönetmenin yaklaşık 8 yıl sonra çektiği bu ilk uzun metrajlı filmiyle eski formuna yaklaştığını göz ardı etmek hemen hemen imkansız gibi.
İlginçtir, öteden beri edebiyatı başat ilham kaynağı olarak işaret eden (hatta kendi de yazar olmak isteyip hayranı olduğu yazarlar kadar iyi olamadığını anladığında sinemaya yöneldiğini gizlemiyor) Cronenberg son dönemde çektiği filmlerinde neredeyse bütünüyle konvansiyonel diyebileceğimiz, dramatik yapıyı klasik anlamda kurduğu anlatılara yaslanırken, neredeyse 25 yıl sonra tamamen kendi yazdığı bir filmle geri döndüğünde bir anda eski filmlerindeki üsluba da geri dönmüş.
Böyle düşününce, “Müstakbel Suçlar” Cronenberg sinemasında yeni bir açılımdan ziyade, eski Cronenberg’in sinemasal anlamda bir yeniden yorumlanışı, “Crash”, “eXistenZ”, “Videodrome” ve “Naked Lunch” gibi filmlerindeki kimi sahne ve fantezileri anımsatan bir kolaj gibi hissediliyor zaman zaman.
PERFORMANS SANATI OLARAK CERRAHİ
Biraz ayrıntıya girecek olursak film distopik bir gelecekte, otomobillerin, cep telefonlarının, bugün bizim gündelik yaşamda kullandığımız birçok şeyin varolmadığı bir zamanda geçiyor. Mekanlar çoğunlukla yıkık dökük, köhne, sanki terk edilmiş de sonradan insanlar içine yerleşip yaşamaya başlamış gibi... Bu distopik manzaranın gerisinde ise baskıcı, kontrolü sıkı tutan ve bürokrasinin bir türüyle herkesi sıkboğaz eden dikta türü bir rejim olduğu hissediliyor.
Her şeyin ötesinde artık evrimleşmenin yeni bir aşamasına geçmiş bir insan ırkı var. Uyku hali haricinde acı ve ağrı gibi duyuların hissedilmediği bu evrim yüzünden artık insanlar yeni iç organları üretmeye başlıyor, farklı hormonlar salgılıyorlar. Kimileri de bu yeni ve ne işlevi olduğu bilinmeyen, belki de tümör benzeri iç organları seyircilerin önünde ameliyat vasıtasıyla kesip çıkarak bir çeşit performans sergiliyor.
İşte Viggo Mortensen’in oynadığı Saul Tenser karakteri böyle bir “sanatçı” ve anladığımız kadarıyla bir hayli de ünlü. Onun partneri ise geçmişinde gerçekten de bir cerrah olan Caprice adlı bir genç kadın ve ikili hem birlikte yaşıyor hem de ameliyatları birlikte performe ediyor.
Başta görüntü yönetmeni Douglas Koch ve filmin müziklerini yapan Harold Shore’un birinci sınıf işler çıkardıklarını belirtelim. Her ikisinin de filme katkıları muazzam. Başrolde daha önce 3 Cronenberg filminde başrol üstlenmiş Viggo Mortensen ile son dönemde yıldızı bir hayli parlayan Lea Sydoux’nun çok iyi olduklarını söylemek lazım. Mortensen aslında Cronenberg’in daha önce de tanık olduğumuz münzevi, kırılgan, çoğu zaman hastalıklı ya da bağımlılıktan muzdarip erkek tipolojisinin yeni bir yansımasını sunuyor.
Filmse her ne kadar Cronenberg’in bilindik temaları etrafında dönense de çağdaş sanatı hicveden kimi sahneleri ve iç güzelliği kavramına getirdiği yeni bakış açısıyla benzeri Cronenberg filmlerinden biraz ayrılıyor. İç güzelliği dediğimizde çoğunlukla insanın kişiliğine atıf yaparız, ya da ruhunun inceliğine, vicdanlı yanlarına... Ama bu sefer Cronenberg kelimenin tam anlamıyla iç güzelliğini masaya yatırıyor ve bedenin içine girerek iç organların güzelliğini, deyim yerindeyse, gözümüze sokuyor.
Açık konuşalım, Cannes’daki gösterimde ve sonrasında filmi alaya alanlar ya da kimi sahneleri fazla irrite edici bulanlar olmuştu. Ama daha bir yıl önce yine beden korkusu türüne dahil edilebilecek “Titane” ile Julia Ducournau’nun Altın Palmiye aldığını düşünürseniz Cronenberg’in aslında günümüz sinemasında hala trendleri yakından takip eden ve formunda olduğunda yeni trendler yaratabilecek bir sinemacı olduğunu teslim edersiniz. Sırf bu bile “Müstakbel Suçlar”ı izlenmeye değer kılıyor bana kalırsa.
FİLMİN NOTU: 7/10
www.idrak34.com