“Çıt kırıldım” tabiri sanırım en çok bu sanrıyı yaşayan insanlar için kullanılmalıydı. Cam sanrısı olarak bilinen psikolojik bir rahatsızlık, Orta Çağ’daki insanların kendilerini camdan yapıldığına ve kırılabileceklerine ikna etmiş.
Özellikle toplumun üst tabakasında görülen bu rahatsızlık, kulağa çok garip gelse de birçok kişi tarafından benimsenmişe benziyor. Hatta tarihte adını sıkça duyduğumuz Fransa Kralı IV. Henri’de de bu hastalık tespit edilmiş. Detaylarını öğrendikçe daha da şaşıracaksınız.
Kraliyet ailesinin doktoru olarak bilinen Andre Du Laurens’in vaka defterlerinde bu sanrıyla ilgili bilgiler bulunmuştur.
Cam sanrısı üzerine bulguları yazan doktor, Fransa Kralı IV. Henri’nin de bu rahatsızlığa sahip olan bir lord olduğunu kaleme almış. Aslına bakılırsa kralın herhangi bir rahatsızlığı ve akli denge bozukluğu yokmuş. Geri kalan tüm konularda mantıklı davranan kraliyet lordunun, insanları “kırılabileceği” düşüncesiyle kendisine yaklaştırmadığının altını çiziyor.
Laurens, diğer tıp teorisyenleriyle birlikte, cam sanrısının nedeninin diğer tüm hastalıkların nedeninde yattığını öne sürüyordu.
Londra'daki Bethlem Akıl Hastanesi, 1814 .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Antik Yunan ve Roma hekimleri tarafından insanın bedeninde oluşan hastalıklarla ilişkilendirilen ve 4 unsura dayanan ‘Humarol Patoloji’ye göre insan vücudunun dört humörden oluştuğunu iddia ediliyor. Buna göre vücut; kan, balgam, sarı safra ve kara safra olarak belirli sıvılar üretiyor. Bu sıvılardan biri bozulduğunda kişinin dengesi de bozulur; iyileşmek için humörlerin yeniden dengelenmesi gerekir.
Her sıvı, bir zihinsel durumla ilişkilendiriliyordu.
Bu humörler sadece fiziksel sağlıkla değil; zihinsel sağlıkla da ilişkiliydi. Mesela, kara safra fazlalığı melankoliyle, yani günümüzdeki depresyonla bağlantılı sayılıyordu. Cam sanrısı da doktor Laurens tarafından melankoliyle bağdaştırıldı ve bu da aşırı kara safranın bir belirtisiydi. Kara safra, yoğun ve koyu bir biçimde olduğundan, hastanın hayal gücüne kolayca nüfuz edebileceği söyleniyordu.
İşte bu da onları melankolinin tezahürüne açık hale getiriyor ve adına da cam sanrısı deniyordu.
İngiliz bilim insanı Robert Burton, Melankolinin Anatomisi adlı eserinde, cam sanrısının melankolinin bir tezahürü olduğunu söylemiş ancak bu sanrının da bir tür korku kaynaklı olduğunun altını çizmiştir. Burton, melankoliden muzdarip insanların sık sık paranoyaya kapılarak cam sanrısını da daha kötü etkilediklerini söylemiştir.
Bilimsel çalışmaları bir kenara bırakırsak kurgularda da aslında bu durum bizlere anlatılmış. Miguel de Cervantes'in The Glass Graduate adlı kısa öyküsü buna bir örnektir. Öyküdeki kahraman, afrodizyak olduğu tahmin edilen bir ayva yerken zehirlenir. Olayın kahramanda yarattığı travmaysa cam sanrısına dönüşür.
İsmini duyduğumuz ya da bildiğimiz isimlerden bu sanrıya kapılanlar var mıydı?
Fransa Kralı 4. Henri .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Üst tabakada görüldüğünü göz önüne alırsak mutlaka adını işittiğimiz birkaç ünlü mağduru olmalı. Bu durumun, eğitimli erkekleri daha fazla etkilediği düşünülüyordu. Şair, filozof ya da akademiyle ilgilenen kişilerin melankoliye yatkınlıkları düşünüldüğünde sanrının sonuç olarak entelektüellerle de bağlantısı vardı.
İnsanlar neden böyle bir rahatsızlıktan muzdaripti?
Tüm teorileri bir kenara bırakarak meseleye odaklanırsak merak edilen tek bir konu gündemimize geliyor. Neden ve nasıl kaynaklanıyordu?
17. yüzyılda cam nispeten yeni bir malzemeydi. İnsanlar, kum gibi bir maddenin nasıl cam haline getirilebildiğini anlamakta güçlük çektiklerinden cam genellikle büyülü bir madde varsayılıyordu. Cama duyulan bu hayranlık, Alman simyacı Johann Becher'in Physica Subterranea'da "insan, tüm hayvanlar gibi camdır ve cama dönebilir" cümlelerini kurmasına sebep oldu. Dahası,cam formundaki canlının kendi rengine sahip olduğunu öne sürmüştü. Mesela biz insanlar süt beyazı camdan yapılmıştık.
İnsanlar, kırılmaktan çekinen hassasiyetlere sahip oldukları için bu duruma “cam sanrısı” denilmiş olabilir.
Hollandalı psikiyatrist Andy Lameijin, çağdaş dönemlerde bu hastalığa rastlanıp rastlanmadığını merak edip araştırdığında kendi çalıştığı hastanede böyle bir vakaya denk gelmiştir. 1964 yılında Leiden'deki kliniğine getirilen bir adam, camdan yapıldığını iddia etmişti.
Hastalık, aslında 1830’larda ortadan kaybolmamış.
Edinburgh’daki bir akıl hastanesinin arşivlerinde kayıtlı olan ve cam sanrısına atıflar içeren 1883 tarihli bir konferans bulundu. Kayıtlar ise şaşırtıcı: hastalardan biri, bacaklarının camdan olduğunu iddia ediyordu. Birkaç kayıt daha ele geçirildikten sonra bu hastalığın Orta Çağ ile sınırlı olmadığı anlaşılıyordu.
Günümüzde toplumun maruz kaldığı baskı ve kaygının olası bir tezahürü olarak anlaşılan bu hastalık; kişilerin, içinde bulundukları dönemde olası durumlara karşı bu hastalığı geliştirdiklerini de gösteriyor. Eminiz şu an siz bu yazıyı okurken bu hastalıkla farkında olmadan mücadele eden adı konmamış birçok insan var.
Kaynaklar: The Collector, Humoral Patoloji.