Aslında bir siyasi partiyi desteklerken insanlar, partinin vaatlerinin kendileriyle ve kafalarındaki ideal ülkeyle uyuşup uyuşmadığına bakıyor. Özellikle ülkemiz için de bir hayli önemli olan bu seçim sürecinde, partilerin sempatimizi kazanarak oy toplamaları çeşitli seçim kampanyalarına dayanıyor.
Ülkenin eksik olduğu noktaları kapatmaya uğraşmak, daha ileriye taşımak ve seçmenin isteklerine kulak vermek kuşkusuz tüm siyasalar için en can alıcı nokta. Şimdi bu seçim kampanyalarından ve bize fark ettirmeden bizim üzerimizde bıraktığı etkilere geçelim.
Kadınların artık kazandırdığı bir dünyada yaşıyoruz.
MIT Şehircilik ve Planlama Bölümü’nde Profesör Albert Saiz, 10 yıl önce belediye seçimlerinde partilerin listelerine kadınları %40 dahil edilmesini zorunlu kılan İspanya’da yerel seçimlerin sonuçlarını inceliyor. Kadınlara yer verilmemesinin üzerinde de üç olasılık tespit ediyor: Seçmenlerin erkek adayları tercih etmeleri, partilerin yeterli niteliklerde kadın aday bulmakta zorlanmaları ve kadınların kenara itilmeleri.
İspanya’daki örneklerde, yasanın 2007 yılında yürürlüğe girmesinin ardından yapılan seçimlerde, kadın adayları bulunan partiler, sandıklarda %4,2 daha fazla oy aldığı tespit ediliyor. Anlayacağınız durumun ilk iki maddeyle uzaktan yakından alakası yok.
Gelecekle ilgili umut yaratabilmek oldukça önemli bir adımdır.
Seçimlerde ekonominin oynadığı rol üzerine birçok araştırma vardır. Ülkemizde de büyük bir sorun haline gelen ekonomi, seçmenleri de en çok ilgilendiren konular arasında. Mesela, 1992’de ABD’de Başkan Adayı Bill Clinton’ın seçim kampanyasında kullanılan “It is the economy stupid” (bu ekonomi aptal) sloganıyla şekillenmiş kampanya söyleminin, George Bush’a karşı kazanılan seçimdeki etkisi yadsınamaz.
Ekonominin sandık üzerindeki etkisi, iktidarın ekonomiyi iyi yönetemediği söylemiyle değil; muhalefet partilerinin, insanların hayatlarında olumlu değişiklikler oluşturacağı ölçüde etkili oluyor. Bill Clinton kampanyasındaki durum tam da buydu. Kampanyada yer alan “sağlık politikası” ya da “değişim” üzerine kullanılan sloganlar bu amaca hizmet ediyordu.
Seçmenlerin önem verdikleri can alıcı konulara yoğunlaşmak kazanç sağlar.
Seçmenlerin, seçimden beklenti ve taleplerini gözden geçirerek bir politika uygulamak partilerin lehine olacak bir taktiktir. Mevcut durumla ilgili şikayet edilen konular için iyi argümanlar geliştirmekse oldukça önemli. Ülkemizde mevcut mülteci sorununu neredeyse çoğu partinin gündeme getirmesi de bu stratejinin örneğidir.
“Genç seçmen” grubu, sürecin en kritik hedef kitlelerinden biridir.
“Genç seçmen grubu” veya “Z kuşağı seçmenler” olarak tanımlansalar da kendi içlerinde çok ciddi farklılıklar gösteriyorlar. Dolayısı ile ikna etme noktasında ayrıntılı analizlerin yapılması ve hitap edilen kitleye yönelik bir strateji uygulanması önem arz eder. Kitleye hitap etmek oldukça önemlidir. Zira aynı dili konuşmadığınız bir insanı anlamak oldukça güç sonuçlar doğurabiliyor.
Seçime kadar geçen sürede ve seçim esnasında duygusal motivasyonun önemi yadsınamaz bir gerçek.
Andrzej Duda ve Viktor Orban .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
Kişilerin karar verme mekanizması tamamen rasyonalizmden ibaret değil. Kızgınlık, korku, heyecan, sevgi, nefret, endişe gibi birçok dile getirilmeyen duygular, kişilerin siyasi kararlar verme süreçlerinde önemli etki yapar. Örneğin, seçmende oluşturulacak kızgınlık duygusu umut ile beslenirse değişim yolunda büyük ilerleme kat edilir; korku duygusu yaşayan seçmenlerin var olan düzenden yana oy kullandıklarını da birçok seçim sürecinde gözlemliyoruz.
Polonya ve Macaristan seçimlerinde görülen durumlardan biri buna örnek verilebilir. Andrzej Duda ve Viktor Orban, kendileri dışındaki muhalefet adaylarının ülkeyi tanımadıklarından sorunları çözemeyeceklerini ve ülkenin daha büyük bir kriz altında kalacağına ilişkin yarattıkları korkulara seçmenlerini inandırmışlardı. Özellikle Orban, ekonomik olarak yarattığı bir rahatlama ile ekonomiyle ilgili bir umut yarattı. Böylece Duda ve Orban seçimleri kendi lehlerine döndürmeyi başardılar.
Bir adayın yapabileceği en büyük hata bir diğer lideri taklit etmesidir.
“Seçmen bir adaya niçin oy versin?” sorusu seçim sürecini yöneten kritik bir sorudur. Zıtlıklar üzerine kurulu olan siyasette seçmenler, liderlere baktıklarında benzerleri olanlara ya da benzer vaatleri bulunanlara oy vermek istemezler.
ABD Başkanı Donald Trump’ın karşısına çıkan ve onun tam tersi liderlik özellikleri gösteren Joe Biden seçimi kazanmıştı. Bu kazancın altında Trump’ın heyecanlı, coşkun tarzını taklit etmek yerine kendini uzlaşmacı ama bu sayede de iyileştirici bir lider olarak konumlayarak büyük bir zıtlık oluşturmayı başarması yatıyordu.
Burada altının çizilmesi gereken kilit noktalardan biri de, siyasetçinin oluşturacağı zıtlığın toplumun aradığı şeyi barındırıyor olmasıdır. Joe Biden’ın iyileştirici, uzlaştırıcı ve ortak aklı savunan bir lider olarak öne çıkması, seçimde başarılı olmasında büyük bir etken oldu.
Partilerin kendi liderlerinin propagandasını yapmaya çalışmaktan ziyade birlikteliğin propagandasını da yapmaları gerekiyor.
Türkiye’ye baktığımızda muhalefet liderlerinin hepsinin eleştirdiği “tek adam” yönetimine karşı kurulan 6’lı masa ittifafı kurgusunun zıtlık oluşturma anlamında başarılı olmasıyla birlikte seçmenin zihninde birlik algısını oluşturabilmenin temel yolu ortak mesajlar kullanmaktan ve ortak iletişim dili oluşturmaktan geçiyor. Seçmenlerin, seçecekleri liderle duygusal bir bağ kurmak istediklerini unutmamak gerek.
Bir önceki maddenin devamı niteliğinde: Liderlerin sempatik olması, seçilme olasılıklarını artırıyor.
Seçmenler, kendilerini en yakın gördükleri adaya oy verme konusunda da oldukça eğilimli. Adayların sempatik, alçakgönüllü, kibar, cana yakın ve esprili bir mizaç oluşturmaları bu noktada oldukça önemlidir. Bu noktada Millet İttifakı’ndan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın sempatik tavırlarının seçmenlerde büyük bir ilgi uyandırdığını söylemek mümkündür.
Siyasal reklamcılığın da önemli bir strateji olduğunun altını çizmek gerek. Siyasal reklamcılık günümüzde siyasetçinin kendini geniş halk kitlelerine tanıtımında önemli bir yardımcıdır.
ABD eski başkanlarından Richard Nixon’ın, otomobilinde giderken kameraya dönüp ‘kimse televizyon için rol yaptıramayacak bana. Saçma sapan bir şapka giyip küçük numaralar, hünerler göstermek gibi şeylerle uğraşmayacağım’ demesi, onun bu konuyu ne kadar değersiz gördüğünü gösteriyor. Rakibi Kennedy’nin ise siyasal reklamcılığı her yönüyle iyi kullanması onun seçimi kazanmasıyla sonuçlanmıştı.
Medyanın dijitalleşmesi de siyasal iletişimi oldukça değiştiriyor. Obama’nın 2008 ABD başkanlık seçimi kampanyası, sosyal medyanın etkin bir şekilde kullanılmasıyla siyasi kampanyalarda bir dönüm noktası oldu. Günümüzde Instagram ve büyük ölçüde Twitter’dan siyasi kampanyalar yürütülerek kitlelere daha yakın bir mesafede ulaşım sağlanıyor. Bu noktada Kemal Kılıçdaroğlu’nun Twitter’ı etkin bir şekilde kullanarak videolar paylaşmasından söz etmek gerekir.
Donald Trump ve Joe Biden da seçim döneminde stratejik bir şekilde Instagram kullanmışlardır.
Son bir ayda hem adaylar daha çok paylaşım yapmaktadır hem de seçimin son periyodu olduğu için spesifik stratejiler daha net ortaya konulmaktadır. Bu doğrultuda ikilinin paylaşımları incelendiğinde Joe Biden’ın güncel siyasal sorunlara değindiğini ve bu durumlarla alakalı duruşunu ortaya koyduğunu görürüz.
Tüm bunların yanında önemli bir taktik olarak kabul edilen ve “seçim bölgelerinin stratejik biçimde taksim edilmesi” anlamına gelen Gerrymandering gerçeği var.
Siyasetçilerin bazı durumlarda seçimleri kendi avantajlarına çevirebilecek yollara başvurduklarını biliyoruz. Bu yollardan biri de seçim bölgesinin taksim edilmesi marifetiyle siyasi iktidarın seçimleri kendi lehine manipüle etme eylemidir. Bu eylem gerrymandering olarak biliniyor.
İki tür stratejik taksimat var: biri bölme, diğeri toplama yoluyla yapılır. İlk durumda görüldüğü üzere 50 seçmenin bulunduğu bir bölgede normal şartlarda 160 oranla mavi kazanırken, ikinci durumda %100 oranda maviler, üçüncü durumda ise %60 oranında pembeler kazanmaktadır.
Kökeni 1750’lerin Amerika’sına dayanan bu strateji, hala birçok ülkede yapılmaktadır. Ülkemizdeki ilk örneği, Malatya Hadisesi olarak bilinen, Adıyaman’ın Malatya seçim çevresinden ayrılarak il yapılmasıdır.
O dönemde uygulanan tek turlu basit çoğunluklu liste sisteminden ötürü 1950 ve 1954 seçimlerinde Malatya ilinin tüm milletvekillerini CHP almıştır. Demokrat Parti, 1954 seçimlerinde zafer kazanmasına rağmen Malatya’da kaybetmiştir. Bunun üzerinde parti, 18 gün sonra 14 Haziran 1954 tarih ve 6418 Sayılı Kanun’la Adıyaman’ı Malatya’dan ayırarak il statüsüne kavuşturmuştur.
1954 yılında yapılan seçimlerde CHP Malatya’da 12 milletvekili kazanırken, seçimlerden sonra Adıyaman’ın Malatya’dan ayrılması sonucunda 1957 seçimlerinde Malatya’nın milletvekili sayısı 9’a düşürülmüş ve milletvekillerinin tamamını yine CHP kazanmıştır. Adıyaman’da ise ilk milletvekili seçimlerinde Demokrat Parti 5 milletvekilinin tamamını kazanmıştır. Böylece bu hamle, DP lehine sonuçlanmıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun da sözünü ederek gündeme getirdiği Cambridge Analytica skandalı da dünyada büyük yankı uyandırmıştı.
Cambridge Analytica Ltd (CA), seçim süreçleri sırasında dijital varlıkları, veri madenciliği, veri brokerini ve veri analizini stratejik iletişim ile birleştiren İngiliz siyasi danışmanlık firmasıydı. Bu şirket, Facebook kullanıcılarının kişisel verilerini toplayarak ABD Başkanlık seçimlerinde Trump’ın kampanyasına destek vermek için kullanılmasıyla gündeme geldi. Kullanıcıların kişisel verilerinin toplama yönteminden sonra veri güvenliği politikaları sorgulanmaya başladı.
Şirket, bir uygulama aracılığıyla izin dahilinde kullanıcıların profil bilgilerine erişmişti. Ancak bu izin, yalnızca uygulamayı kullanan kişinin verilerine erişim sağlamak için kullanılmalıydı. Şirket ise bu verileri, uygulamayı kullanan kişinin arkadaşlarının verilerine de erişmek için kullandı. Böylece, milyonlarca Facebook kullanıcısının kişisel verileri Trump'ın kampanyası için kullanılmış oldu.
Seçimlerde uygulanan ve seçmenlerden oy toplamaya yarayan bu tür seçim taktikleri dünyanın her yerinde uygulanmakta ve birçoğundan belki haberimiz dahi olmamakta. Bilinçaltımıza karşı oynanan bu stratejik oyunlar, kimi lider olarak belirleyeceğimizi oldukça etkiliyor. Ülkemiz için kritik olan bu süreçte de bu tür stratejileri uygulayarak seçmenlerin sempatisini ve güvenini kazanan, etkili ve güçlü; dürüst ve samimi bir liderin ülkemizin başına gelmesini diliyoruz.