Kavanozdaki beyin veya tüpteki beyin olarak adlandırılan bu düşünce deneyindeki amaç, sanal gerçek ve gerçek arasındaki farkı ayırt edemeyeceğimiz bir ortam canlandırmaktır.
Tüpteki beyin, sanal bir gerçeklik yaşadığını asla bilmeyecek ve “gerçek” yaşadığını zannedecek. Deney, buradan yola çıkarak; içinde bulunduğumuz gerçekliğin algılarımızla anlamlandırdığımızdan çok farklı olabileceğini savunur.
Deneye göre, bu satırları okuyan kişi olarak şu anda sanal bir gerçeklikte yaşıyor olabilirsiniz.
Bu yazıyı okuyan kişinin aslında bir insan olmadığını veya bu yazıyı yazan kişinin, benim aslında gerçek bir insan olmadığımı; sadece kavanozdaki bir beyin olduğumu söylesem ne dersiniz?
Muhtemelen inanmazsınız ve aksini kanıtlamaya çalışırsınız ancak bunun tersini kanıtlamak felsefi bir açıdan bakıldığında epey zor görünüyor.
Deneyin temelleri, René Descartes'a kadar uzanıyor.
Bu ilginç düşünce deneyi, ilk olarak 1641 yılında René Descartes tarafından önerildiğinden beri filozofların aklını meşgul etti. Descartes’ın deneyinde kavanoz yerine şeytani bir varlık kullanılıyordu ancak mantık aynıydı.
1973’te, filozof Gilbert Harman, Descartes’ın fikrini modern psikoloji anlayışına uyacak şekilde güncelledi ve günümüzdeki “nöronları kablolar aracılığıyla bilgisayara bağlandığı” versiyonu ortaya çıktı.
Beynimiz, sanal gerçeklik yaşadığını fark etmeden kendi hayal dünyasında geziniyor olabilir.
Kavanozdaki beyin deneyinde, “beyin fıçısı" dediğimiz bu makine, beyni canlı ve çalışır bir vaziyette tutmasının yanı sıra deneyi yürüten kişinin sanal uyaranlar yaratarak doğrudan beyne transferini sağlar.
Uyaranlar, beyin tarafından “elektrik sinyalleri” olarak yorumlanacağından, “gerçek” duyusal deneyimleri sanal gerçeklikten ayırt edemeyecek şekilde deneyimler. Böylece, sanal gerçeklik yaşadığını farkında olmadan hayali dünyasında takılır. Kafatasının içinde mi yoksa kavanozda mı olduğunu asla bilemez, yani, yaşadığı şeyin gerçek mi yoksa yanılsama mı olduğundan habersizdir.