Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde yürütülen, Türkiye'nin özellikle barışı ve uzlaşıyı önceleyen dış politika hamleleri teker teker meyvelerini veriyor.
Özellikle Rusya-Ukrayna savaşını sonlandırmak için Türkiye ciddi bir çaba içerisinde. Bu kapsamda geliştirilen Türkiye'nin diplomatik hamleleri ise Avrupa başta olmak üzere tüm dünyanın ilgisini çekiyor.
TÜRKİYE OYUNA GELMEDİ: DENGE POLİTİKASI KAZANDIRDI
Türkiye, Rusya-Ukrayna krizinin patlak vermesinden itibaren tutumunu hiç değiştirmedi. En başından beri bir denge politikası yürütüyor.
Özellikle sürecin başlarında, Türkiye'nin yürüttüğü bu politikanın, bir kesim tarafından da ciddi eleştiriye mazur kaldığı biliniyor.
Türkiye'nin politikasından duyulan bu rahatsızlığın, zaman zaman hem iç ve hem de dış kamuoyunda dillendirildiğine şahit oluyoruz.
Milliyetçi bir partinin genel başkanı olarak kendini tanımlayan Meral Akşener'in, Rusya-Ukrayna krizinde NATO'dan yana çıkışı hafızlarda yerini koruyor.
Özellikle ABD'nin başını çektiği Avrupalı devletlerin de, Türkiye'nin bu politikasına karşı üstü örtülü eleştirileri ve yaptırım tehditleri medyaya yansıyor.
Türkiye'nin, savaşın aktörleri olan hem Rusya hem de Ukrayna ile kurduğu sağlıklı iletişim sayesinde, uluslararası kamuoyunun takdirini toplayan başarılara imza atmasının ardından, yürütülen bu Ankara merkezli denge politikasına yönelik hem iç kamuoyunda hem de dış kamuoyunda negatif eleştirilerin yerini pozitif söylemlere bıraktığını görüyoruz.
Tahıl koridoru anlaşmasının yanı sıra, esir takası anlaşmasının da Türkiye'nin çabaları sayesinde gerçekleşmesi, bu politikanın birer meyveleri olarak kendini gösterdi.
Bu denge politikası sayesinde Türkiye bu süreçte, Rusya ve Ukrayna ile hem siyasi hem ticari bağlarını güçlendirerek ilerletmiş oldu.
AVRUPA'DA PUTİN SOĞUKLARI
Bir yandan Türkiye'nin diplomatik başarıları meyve verirken, diğer yandan Rus vatandaşlarına dahi yaptırım uygulayacak ve ülkelerine istemeyecek seviyede düşmanca bir politika yürüten Avrupalı devletler için süreç oldukça sancılı ilerliyor.
ABD ve İngiltere'nin Rusya'dan enerji ithalatına yasak getirmesinin ardından gözler Avrupa Birliği'ne (AB) çevrilmişti. Şubat ayında başlayan Ukrayna işgalinden bu yana Avrupa Birliği'nin Rusya'dan aldığı gaz ve petrol giderek azalıyor.
Rus gazı ve petrolüne ithalatını sonlandırmak için başka ülkelere yönelen AB, Rus petrol ithalatının savaş öncesinde yüzde 40 olan payını da eylül ayı başı itibarıyla yüzde 25'e kadar düşürmüş vaziyette.
AB'nin geçen yıl evleri ısıtmak ve işletmelere enerji sağlamak için kullandığı doğal gazın yüzde 40'ını Rusya'dan aldığı göz önünde bulundurulursa, doğal gaza getirilen kısıtlamalar sonrası Avrupa'yı çok zor bir kışın beklediği ve tarihinin en büyük doğal gaz krizlerinden birine hazırlandığı belirtiliyor.
Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa Birliği ve dünya genelinde ekonomik büyümede düşüşe neden olup enflasyonu yükseltirken, Ukrayna'dan gelen talepler ve ABD'nin artan baskısıyla AB'nin Rusya'dan gaz ve petrol ithalatını azaltması zaman zaman içeriden ciddi tepkilere de yol açıyor.
Almanya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere tüm Avrupalı devletlerin bu süreçte, ABD'nin etkisi altında kaldığını ve hatta neredeyse Amerika'nın birer kolonileri haline geldikleri dillendiriliyor.
AVRUPA'YA DOST KAZIĞI: ESAS DÜŞMAN RUSYA DEĞİL AMERİKA
Araştırmacı tarihçi Eric Zuesse, Ukrayna-Rusya savaşı ve Amerika'nın konumuna ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
Zuesse, "ABD Hükümeti'nin Rusya'dan Avrupa'ya giden Kuzey Akımı gaz boru hatlarını yıllarca "diplomatik" yollarla daha kurnazca sabote etme çabalarından sonra havaya uçurması, Avrupa'yı kalıcı olarak çok daha yüksek ödemeler yapmak zorunda bırakacaktır" değerlendirmesinde bulundu.
Rus gazının, başta Amerika ve diğer sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tedarikçilerine oranla çok daha uygun olduğunu vurgulayan Zuesse, "Şimdi, Avrupa'nın şu ya da bu türden muz cumhuriyetleri gibi olağan koloniler modeline kaymaktan kaçınması için artık bir umut bile yok." dedi.
Zuesse değerlendirmelerine şöyle devam etti:
"Rusya'nın Avrupa'nın ana enerji tedarikçisi olması çok doğaldı çünkü Rusya Avrupa'nın bir parçasıdır, diğer Avrupa uluslarıyla aynı kıtadadır ve bu nedenle enerjisini onlara boru hatlarıyla aktarabilirdi. Bir de Rusya'nın enerji fazlası vardı ve diğer Avrupa ülkeleri buna çok ihtiyaç duyuyordu.
Uluslararası kapitalizmin böyle işlemesi beklenir ancak emperyalist kapitalizm -bunun diğer adı uluslararası faşizmdir- yalnızca diğer ulusları sömürerek hayatta kalır ve büyür.
Şu andan itibaren, Rusya dışındaki Avrupa ülkeleri en azından uzun bir süre (çünkü o dev gaz boru hatları yok edildi) dünyanın en yüksek enerji fiyatlarını (sadece boru hattıyla değil, konteynerle ve sevkiyatla) ödeyecekler. Çoğu artık Avrupa'nın imparatorluk merkezi olarak görülen ABD'den satın alıyor. Gerçek düşman: Amerika.
ABD'yi kontrol eden milyarderler de imparatora (ABD'ye) haraç ödeyecekler. Bunlar, aslında yeni uluslararası-faşist imparatorluk olan "özgür dünya"nın arkasındaki kukla ustalarıdır.
Barack Obama'nın dediği gibi, Amerika "vazgeçilmez tek ulus"tur, bu da diğer tüm ulusların (bu durumda Avrupa'dakilerin) "vazgeçilebilir" olduğu anlamına gelir.
Şimdi, bu eski imparatorluk ulusları nihayet "vazgeçilebilir bir ulus" olmanın nasıl bir şey olduğunun tadına varacaklar."
www.idrak34.com