Kalp krizinden siroza, böbrek rahatsızlıklarından kalp spazmlarına… Koca ömrüne bir vatan sığdıran Mustafa Kemal Atatürk’ün mücadele ettiği sağlığı da günden güne kendisini bitap düşürdü. Mücadelesinden geriye ise koca bir Cumhuriyet’i bizlere miras bıraktı.
Çocukluktan itibaren sürekli hastalıklarla savaşan Atatürk, son nefesine kadar birçok rahatsızlık geçirdi. Mevsim hastalıkları olarak bilinen basit rahatsızlıkların yanında çok ciddi sağlık problemlerinin olduğu da biliniyor.
Atatürk, ilk travmayı ölen kardeşlerinden sonra yaşadı.
4 kardeşini kaybeden Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşadığı ilk ciddi hastalık, küçük yaşta difteri ve kuş palazı hastalığıydı. Kardeşlerinin vefatına neden olan bu hastalıkları kendisi sağ salim atlattı. Yine küçük yaşlarda yakalandığı sıtma ise hayatı boyunca peşini bırakmadı.
Manastır Askeri Lisesi’nde okumaya başlarken sıtmaya yakalandı. O dönemler ölümcül olan sıtma, Mustafa Kemal’in bağışıklığını yerle bir etti.
Trablusgarp Bingazi’de gözlerinde bir rahatsızlık belirdi.
8 Aralık 1911’de Binbaşı ünvanıyla Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta görevdeydi. 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı ve tedavisine hastanede devam etti. Gözüne düşen kireç taşı, ömrü boyunca sol gözünde kalıcı bir görme hasarı bıraktı.
Özellikle Atatürk’ün gözüne dikkat çekildiği bazı yakın çekim fotoğraflarda görüldüğü üzere bu şehlalık, geçirdiği kaza sonucunda oluştu.
Çanakkale Cephesi’nde göğsüne gelen şarapnel parçası, kalbine isabet edince sıtma hastalığı da nüksetti.
Conkbayırı’nda 1914-1915 yıllarında bir bombadan saçılan şarapnel parçası, tam kalbine isabet etmişti. Albay Mustafa Kemal, yaşadığı bu olay için şu ifadeleri kullanır: "10 Ağustos 1915; vurulduğumun duyulması, bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. o gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel, vücudumda kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gece, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi ordu komutanı Liman von Sanders Paşa'ya hatıra olarak verdim."
Kronik bir böbrek rahatsızlığı da vardı.
Çanakkale Savaşı esnasında sıtmayla mücadele eden Atatürk’ün böbrek rahatsızlığı da ortaya çıkmıştı. 1917’de Tümgeneral Mustafa Kemal, Viyana’ya giderek orada bir süre tedavi gördü.
Bütün bunların üstüne kulak egzaması da ortaya çıkmıştı.
Çocukluğundan beri yaşadığı kulak egzaması, 1926 senesinde Bursa’da nüksetti ve belli bir süre kulak iltihapları geçirdi. Bu da Mustafa Kemal'in sağlığını olumsuz etkileyen durumlardan biri oldu.
Milli Mücadele boyunca sıtma ile hep mücadele etti.
Tümgeneral Mustafa Kemal Paşa'nın, Samsun'da böbrek rahatsızlığı tekrar ortaya çıktı. Derken Sivas Kongresi sırasında nöbet geçirdi. 20 Eylül 1919’da Sivas'ta görüştüğü Amerikan Heyeti Başkanı General Harbord anılarını anlatırken Atatürk hakkında, "Durmadan tespih çekerdi, sonradan öğrendim ki bunun sebebi yakın zamanda sıtma nöbeti geçirmesiymiş" demişti.
İstiklal Harbi sırasında üç kaburga kemiği kırıldı.
12 Ağustos 1921 senesinde İstiklal Harbi için cepheye inerken üzerinde bulunduğu atın ürküp kendisini atmasıyla kaburga kemikleri kırıldı. Kemikler tam iyileşmeden tekrar cepheye dönmek durumunda kaldı ve vatan için mücadelesini sürdürdü.
Cumhuriyet'i ilan etti, iki gün sonra kalp krizi geçirdi.
1923’te Cumhuriyet'i ilan ettiğinin ertesi günü kalp krizi geçirdi. Çankaya Köşkü’nde yemek yiyen Atatürk, masada fenalaşınca kalkamadı ve Doktor Refik Saydam, kendisini oracıkta tedavi etmek durumunda kaldı. Krizi ise yorgunluk ve stresin tetiklendiğini doğruladı.
Kalp krizi, Ulu Önder'in peşini bırakmamıştı. İki gün sonra yeniden bir kriz geçirdi. Bu kez köşkün bahçesinde krize yakalanan Atatürk, köpeği Fox ile oynarken bir anda yere düşmüştü. Çok fazla kahve ve sigara tükettiği söylenen Atatürk, kendisine koyulan sigara yasaklarını da delmişti. İlk kalp kriziyle 42 yaşında karşılaştı.
1927 Mayısı’nda Nutuk hazırlanırken tekrar bir kalp krizine yakalandı.
İstiklal Harbi dönemini anlattığı Nutuk’u hazırlarken üçüncü krizini de yaşadı. Erken müdahale edilmesine rağmen Atatürk’ün bu krizde çok acı çektiğini ve zor sakinleştiğini biliyoruz. İlerleyen zamanlarda da spazm olarak nüksetmeye devam etti.
Yurt dışından doktorlar getirildi, özel diyetler uygulandıysa da Atatürk’ün programlara çok sadık kalmadığı söylenmektedir. 1936 Kasımı’ndan bir güne gözlerini açarken yüksek ateş ve şiddetli ürperme hissetti. Ardından kendisine zatürre teşhisi koyuldu ve 5 gün boyunca tedavi gördü.
İlk siroz teşhisi 1938’de koyuldu.
TBMM Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa, İcra Vekilleri Reisi Rauf Orbay İle birlikte Çankaya Köşkü bahçesinde. (12/1922)) .via-text { background-color: rgb(0,0,0); /* Fallback color */ background-color: rgba(0,0,0, 0.4); /* Black w/opacity/see-through */ color: white; font-weight: 300; font-size: 0.75em; position: absolute; bottom: 0%; right: 0; z-index: 2; padding: 5px !important; text-align: left; }
1938'de kış günü vücudunda kaşıntılar hisseden Atatürk, kaplıcada tedavi olmak için Yalova’ya gitti ve Bursa Kaplıca Müdürü Doktor Nihat Reşat Belger'e muayene oldu. Siroz hastalığına ilk teşhisi ise Belger koymuş oldu.
Belger, bu durumu şöyle anlatıyor: "Elle yaptığım muayenede karaciğerinin üç parmak kadar büyüdüğünü anladım. Kaşıntının yemek ve içmekle ilgili olduğunu söyledim. O güne kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından hiç bahsedilmemiş olan Atatürk üzerinde bu sözlerim sürpriz tesiri yaptı. Ama belli etmeden, 'Şimdi ne yapacağız?' dedi. Yemek içmekten ne kastettiğimi anlamıştı. Perhize hemen başlaması gerektiğini söyledim. Kaşıntısını azaltacak bir pudra verdim."
Komaya girmeden önce vasiyetini yazmıştı.
26 Mayıs 1938 günü son defa Ankara’dan İstanbul’a hareket eden Atatürk, 1938 Eylül'e gelindiğinde sağlığını iyice yitirmiş, bitap düşmüştü. Durumunu fark etmiş olacak ki 5 Eylül 1938 günü vasiyetini yazmış bulundu. Dolmabahçe Sarayı’na gelen Fransız Doktor Fissenger, o gün Atatürk'ün karnından 6 litre su almıştı. 16 Ekim 1938’de ise çok ağır bir komaya girdi. Son günlerini Dolmabahçe Sarayı’nda geçiren Atatürk, ne yapıldıysa da tedavilere yanıt vermedi.
10 Kasım 1938'de sabah saatlerinde bizlere veda etti. Geriye ise kahramanlıkla verdiği mücadeleler sonucunda gururla göğsünde büyüttüğü Cumhuriyet kaldı. Bağımsızlığımızı sağlayan, 30 Ağustos Zaferi’ni bize armağan eden Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşlarına şükranlarımızı sunuyoruz.
Kaynaklar: Dergipark, İstanbul Üniversitesi, İşte Atatürk