Son günlerde altı yaşındayken izlediğim bir filmi sık sık anımsar oldum. Eriyen buzullar nedeniyle neredeyse tüm kara parçaları sualtında kalıyordu ve geride kalan insanlar konargöçer bir su hayatını benimsemişti. Waterworld isimli bu filmi ilk izlediğimde henüz dünya bugünkü haliyle bir iklim krizi konuşmuyordu. Ancak doksanların ortasında da bu mesele üzerine epey çalışanlar vardı. Bense çocuk aklımla “Umarım dünyamız yalnızca bir su gezegenine dönüşmez” diye içimden geçirmiştim. Tabii bir de “Belki de belli bir süre yaşamak adına yüzen şehirler yapılabilir” demiştim.
Gündelik olayların içinde kaybolurken veya “Ne güzel güneşli bir kış hafta sonu” derken tekrar düşünmek lazım. Dört mevsimin yaşanması ile övündüğümüz ülkemizde her birimizin bildiği gibi ocak ayı bahar ayı gibi geçiyor. Kuraklık, çiftçinin hasat sorunu ve buna bağlı gıda sıkıntısı, biyoçeşitlilik sorunları ve nicesi çoktan kapıya dayandı. Peki tüm bu olumsuzluğun içinde “Boş ver gitsin” mi demeliyiz veya ekoanksiyete atakları ile mi boğuşmalıyız? Tabii ki hayır! 2023 trendlerinde de çoktan yerini alan iklim iyimserliği kavramı yardımcımız. İklim krizinin farkında olarak gezegenimiz için gerekeni bireysel olarak göstermek, özel sektörden ve kamu kuruluşlarından iklim paketleri talep etmek ve yeşil teknolojinin olumlu yanlarını düşünmek lazım.
Yeşil teknolojinin bir süredir gündeminde olan yeni bir kent yapısı var: Yüzen kentler, yükselen deniz seviyelerine karşı kıyı bölgelerinin güvenliğini sağlayan ve bu bölgedeki insanlara yeni bir yaşam alanı öneren projeler olarak özetlenebilir. İtalyan Luca Curci Architects firması ve Kanadalı tasarımcı Tim Fu tarafından tasarlanan yüzde 100 yenilenebilir enerji ile çalışan yüzen kent konseptini ayrıntıları ile dinlemek için bu yıl gerçekleşecek olan “Geleceğin Laboratuvarı” konulu 18. Venedik Mimarlık Bienali’ni merakla bekliyorum. 50 bin kişinin yaşayabileceği ve dikey bahçelerin yer aldığı yüzen kent sakinlerinin doğayla daha uyumlu bir yaşam alanında yaşadıkları için daha sağlıklı olabilecekleri öngörülüyor. 2022 yılında ise New York’taki BM Genel Merkezi’nde dünyanın ilk yüzen şehrinin prototipi tanıtıldı. Güney Kore’nin Busan kentinde OCEANIX tarafından 2023 yılında inşaatına başlanacak yüzen kentin 2025 yılında tamamlanması öngörülüyor. Başlangıçta 12 bin kişiye ev sahipliği yapması planlanan kentin kapasitesi 100 bin kişiye kadar artırılabiliyor ve sürdürülebilirlik ön planda. Kendi suyunu sağlama, yenilenebilir enerji ile enerji gereksinimini karşılama, gıdayı kentteki çiftliklerde yetiştirme gibi kendi kendine yeten bir düzeni de bünyesinde barındırıyor.
YA DİĞER CANLILAR?
Yüzen kent tasarımları hem sürdürülebilir hem de iklim krizinin etkilerine karşı mücadele ederken olumlu etki yaratıyor yaratmasına ama aklımda hep şu soru da var: İnsan odaklı yaklaşımlar yerine daha bütüncül yaklaşımların yer aldığı tasarımlar da mümkün değil mi? Örneğin bir kıyı kenti sualtında kalma tehlikesindeyken oranın sakini olan hayvan dostlarımız ve bitki dostlarımız için bu projelere neler ekleyebiliriz?
SULAR HIZLA YÜKSELİYOR
Küresel ısınma nedeniyle okyanuslar daha da genişlerken kıyı bölgeleri ilk olarak hasar alacak olan bölgeleri oluşturuyor. Çin, Bangladeş, Hollanda, Hindistan, Mısır, ABD, Brezilya, Avustralya gibi ülkeler ise riskin en yüksek seviyede olduğu ülkeler. İklim değişikliği üzerine çalışan C40 Küresel Şehirler Ağı’na göre eğer emisyonlar düşmezse deniz seviyesindeki artış nedeniyle risk altındaki toplam kentsel nüfus, 2050 yılına kadar 570 kentte yaşayan 800 milyonu insan sayısını aşabilir. Dünya Ekonomik Forumu’nun bir raporuna göre de 2100 yılına kadar 410 milyondan fazla insan yükselen deniz seviyeleri nedeniyle yerinden olacak. Veriler her ne kadar acil önlem paketi gerektirdiğini söylese de henüz yeterince acil bir durum gibi davranmıyoruz.